Akşener CHP'yi hedef aldı! 'Hadi bütün her yeri alın'
İYİ Parti grup toplantısında Meral Akşener, Antalya adayını açıkladı. Buna göre, İYİ Parti'nin Antalya adayı Nesrin Ünal oldu. Akşener grup toplantısında CHP'yi "El sıkışın kardeşim, el sıkışın. Dürüst, açık bir şekilde DEM'le el sıkışın. Sizin elinizi tutan mı var? Hemen bütün her yeri alın. Görelim bakalım neymiş dünya" sözleriyle hedef aldı.
- Ege Postası
- 17.01.2024 - 10:59
- Güncelleme: 17.01.2024 - 13:23
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, TBMM grup toplantısında konuştu. Akşener, grup toplantısının başında, İYİ Parti’nin 21. Dönem MHP Antalya Milletvekili Nesrin Ünal’ı İYİ Parti’nin Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığına, iş insanı Harun Cici'yi Giresun Belediye Başkanlığına aday göstereceklerini duyurdu.
Akşener, TBMM Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Yeni yılın, ilk grup toplantısındayız…Gönül isterdi ki milletimizle yeni mutlulukları paylaşalım yeni umutları konuşalım yeni başarıları analım. Ancak maalesef hepimizi kahreden acılarımız var. Geçtiğimiz hafta 9 Mehmetçiğimizi daha, teröre şehit verdik. Gökhan Delen, Serkan Sayın, Müslüm Özdemir, Kemal Batur, Emrullah Gülmez, Hakan Gün, Ahmet Köroğlu, Murat Atar, Muhammed Tunahan Evcin…9 kahramanımız, Pençe-Kilit harekatında vatanımızı, terör örgütüne karşı korurken şehit düştüler. Ruhları şad mekanları cennet olsun Başımız sağ olsun. Unutmayalım ki bugün bu salonlarda, güven içerisinde konuşabiliyorsak bunu bu millet, bu memleket için göğsünü siper eden nice vatan evladımıza borçluyuz. Onlar analarının kuzuları Türk yurdunun da yiğit fedaileridir. Biz bugün fedailerimiz için, acımızı yüreğimize basacak tıpkı aileleri gibi vakur duracak düşmanı güldürmeyeceğiz.
“ALLAH, HER BİRİNDEN RAZI OLSUN. TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ, İLELEBET PAYİDAR OLSUN”
Biz bugün ateşi içimizde söndürecek birliğimizden, beraberliğimizden, kardeşliğimizden geçit vermeyeceğiz. Herkes peşini bıraksa bile andımız olsun ki biz bu davayı, kıyamete kadar güdeceğiz. Zorlu kış şartlarında milletimizin güvenliği ve esenliği için Mehmetçiklerimiz sahada amansız bir mücadele vermeye, devam ediyor. Aklımız, fikrimiz, yüreğimiz onlarla, ayakları taşa değmesin, attıkları boşa gitmesin. Rabbim onları korusun, bize acılarını göstermesin. Buradan bir kez daha Türk Ordusu’na, Türk Gençlerine, vatan ve millet yolunun tüm serdengeçtilerine selam olsun. Allah, her birinden razı olsun. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ilelebet payidar olsun.
“BU MİLLETİN TEMSİLCİLERİ OLARAK BİZLER KAYA GİBİ DURMAK ZORUNDAYIZ O PKK’LI ŞEREFSİZLERE KARŞI”
Bir konuya açıklık getirmek istiyorum. Ben her büyük terör hadisesinden sonra her önemli dış politika krizinden sonra ilgili bakanlıkları ve Cumhurbaşkanını bugüne kadar telefonla aramışımdır. Bilgi almışımdır ve ne yapılabileceğini anlamaya çalışmışımdır. Bu defa da aynı şeyi yaptım. İlk defa olan bir hadise değil. Ben eksi İçişleri Bakanıyım, 30 kilometre ileride ordumuzun harekat planına imza atmış bir kişiyim. O günlerde herkesin kaçtığı anda o imzamı oraya koymuş bir şahsım. Bir asker kadar her şeyi bildiğimi iddia edemem ama bu devlet için ne yapılması gerektiğini anlamaya çalışan bir insanım. Gizli saklı bir iş değil. Anlayamadığım bir biçimde bu defa çok enteresan Sayın Cumhurbaşkanını, Sayın Dışişleri Bakanını, Sayın Milli Savunma Bakanını aramamı, mesela Milli Savunma Bakanı geri dönmedi ama Sayın Hakan Fidan ve Sayın Erdoğan geri döndüler bilgi verdiler, öğrendim, sonra da arkadaşlarıma bunu aktardım o aktarma üzerine de arkadaşlarımız bir tutum aldır. Meclis grubumuz bir tutum aldı. Günlük siyasette birbirimizi kıyasıya eleştirebiliriz ama dış dünyaya karşı bu tür konularda elbette ortak bir tutum belirlemeliyiz. Teklif bizimdi, ortak bir bildiri imzalanmasını teklif ettik. Ve Saadet Partisi, İYİ Parti, MHP, AK Parti bizim teklifimize evet diyerek imza attılar. Anlayamadığım bir biçimde çok da ayıpladığım bir biçimde bir bildiri savaşı çıktı. PKK’lılar herhalde çok mutlu olmuştur. Bu birbirine düşen Gazi Meclis’in mensuplarına çok gülmüşlerdir, çok mutlu olmuşlardır. AK Parti’ye gıcık olmak, onu doğru bulmamak, onun yaptığın işleri eleştirmek, onu sandıkta yenmek, bu iddiayla ortaya çıkmak elbette bizim hakkımızı, herkesin hakkıdır. Ama şehit ailelerinin karşısında bu milletin temsilcileri olarak bizler kaya gibi durmak zorundayız o PKK’lı şerefsizlere karşı. Neyse sakin sakin geçirdik konuyu. Şımardıkça şımardılar, hadsizleştikçe hadsizleştiler.
“AYRI BİLDİRİ YAYINLAYANLARIN HEPSİ BU TEZKEREYİ DESTEKLEDİ”
Şimdi gene şehitlerimiz oldu gene ben aradım. Yahu bu rutin. Milli Savunma Bakanı hala dönmedi ama buna karşılık en hızlı şekilde ilk dönen Sayın Hakan Fidan, gece aradığım için sabah dönen de Sayın Erdoğan. Bilgi aldım. Bunun üzerine arkadaşlarımızla tekrar konuştuk, Gazi Meclisimizin bildirisini DEM’in imzalamasını beklemiyoruz zaten. İmzalarsa tuhaf olur. Dün bir toplantı oldu, o toplantıda üç siyasi parti imza atacak diğer siyasi partiler imza atmayacak. Bu parçalı bir görüntü PKK’yı bu sefer iki kere zil takıp oynayacak hale getirecek bu sistemden sonuç itibarıyla vazgeçildi. Enteresan burası Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un imzasıyla bir ortak tezkere Meclis’e sunuldu, herkes fikrini söyledi, ilginç bir biçimde ayrı bildiri yayınlayanların hepsi bu tezkereyi destekledi.
“İNANIYORUM Kİ ESKİŞEHİR DÜMENCİ BİR İNSANI DA SEÇMEYECEKTİR”
Soru şu; karın ağrısı İYİ Parti miydi? Karınları ağrıtan İYİ Parti’nin hür ve müstakil olarak seçime girmesi miydi? ‘AK Parti’ye yanlanıyor’ Eğer AK Parti ile bir el sıkışmamız olsa idi bizden ayrılan, bizi çok üzen, bizi kandırmış hissettiğimiz daha başka bir söz söylerim de ayıp olur, bir milletvekilinin bizden seçilip koşa koşa AK Parti’ye geçip, AK Parti tarafından alınıp Eskişehir’e belediye başkan adayı gösterilmesi mümkün olur muydu? Hele Meral Akşener’in genel başkan olduğu bir siyasi partide. Basbayağı şahsıma hakarettir. Çünkü bu arkadaşımız temayülle gelmiş, demokrasiye uymuşuz koymuşuz. Hadi ben koysam kendi kendimi hiç affetmezdim, affetmediğimi gibi bazı konularda. Oradaki insanların üyelerin kandırıldığı bir sistemde bahsediyorum, inanıyorum ki Eskişehir dümenci bir insanı da seçmeyecektir. Demek ki biz kimseye yanlamıyoruz ama nasıl bir dünya bu her iki tarafından argümanları bu...Bunların her birinin ahlaksızlık görüyorum ve gereğini yapmayan namerttir.
“EL SIKIŞIN KARDEŞİM DÜRÜST, AÇIK BİR ŞEKİLDE DEM İLE EL SIKIŞIN, SİZİN ELİNİZİ TUTAN MI VAR...EL SIKIŞIN HER YERİ ALIN, GÖRELİM BAKALIM NEYMİŞ DÜNYA”
İstediğiniz kadar zırlayın, bağırın, çağırın hür ve müstakil olarak gidip bu milletin sesi olacağız ve kazanacağız. Çünkü bizim hür ve müstakil olmamız bazı şeyleri açığa çıkardı. Hani her konuda biz suçluyduk. El sıkışın kardeşim dürüst, açık bir şekilde DEM ile el sıkışın, sizin elinizi tutan mı var? Hemen el sıkışın, hemen bütün her yeri alın. Bizim seçmenimiz de madem ki cebinizde duruyor bu da millete büyük bir hakarettir hadi bakalım el sıkışın her yeri alın, görelim bakalım neymiş dünya?
“EĞER Kİ 40 YIL SONRA BİLE HÂLÂ EVLATLARIMIZI TERÖRE ŞEHİT VERMEYE DEVAM EDİYORSAK YAPMAMIZ GEREKEN ŞEY STRATEJİ DEĞİŞTİRMEKTİR”
Türk milleti olarak teröre karşı 40 yıldır sarsılmaz bir iradeyle mücadele ediyoruz. Değil 40, 140 yıl da olsa asla boyun eğmeyeceğiz. Bu yüzden İYİ Parti olarak biz de teröre karşı içerideki ve dışarıdaki mücadeleyi elbette sonuna kadar destekliyoruz. Ancak her terör saldırısı sonrasında; ‘can çekişiyorlar, son çırpınışları, ayakkabı numaralarını biliyoruz, kanı yerde kalmadı’ diyerek milletimizi oyalayan ve bu kutlu mücadeleyi bir intikam meselesine indirgeyen hamasete de elbette göz yumamayız. Çünkü bizim baktığımız çerçevede devlet intikam almaz, gereğini yapar. Terörle mücadelenin tek amacı terörü tüm unsurlarıyla tamamen bitirmektir. Eğer ki 40 yıl sonra bile hâlâ evlatlarımızı teröre şehit vermeye devam ediyorsak yapmamız gereken şey strateji değiştirmektir. Ama öyle geçtiğimiz yıllarda yapıldığı gibi teröre sözüm ona çözüm bulmak için siyasi arayışlara girmekten bahsetmiyorum. Çünkü sözde ‘teröre siyasi çözüm’ diyerek atılan her adım şüphesiz ki Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşuna varlığına ve huzuruna yönelen birer kurşun olarak, geri dönecektir. Nitekim bunu, yakın tarihimizde yaşadık. Çok acılar çektik. Canlarımızı evlatlarımızı kaybettik… Bir daha tekrarlanmasına da asla müsaade etmeyiz.
“DEVLET AKLIMIZI ÇALIŞTIRMAK GEREKTİĞİ ZAMAN STRATEJİ DEĞİŞTİRMEK; TÜRKİYE’NİN TÜM AVANTAJLARINI KULLANARAK HAKLI MÜCADELEMİZİ SONUCA ULAŞTIRMAK ZORUNDASINIZ”
Bahsettiğimiz strateji değişikliği; sahada ve dış politikada atılacak bazı adımları içeriyor. Mesela İran’a bakın…Irak’la anlaşmaya vararak bu adımları gayet iyi atabiliyor. İran’ın PKK’sı olan PJAK’ın Irak sınırlarında bulunan üslerden çıkarılıp silahsızlandırılmasını pekala sağlayabiliyor. İran; ‘Eğer Irak tarafından gereği yapılmazsa ben gereğini yapacağım’ diyor. Ve sonra da Irak tıpış tıpış gereğini yapıyor. İşte bu yüzden, biz de öncelikle Irak topraklarında bulunan, terör bölgelerine karşı gerekli adımları atmalıyız. Dolayısıyla buradan iktidara sormak istiyorum; Irak’ta, bölgesel yönetimle görüşüyorsunuz, o zaman neden bu konuda adım atmaları için onlara kesin ve net bir dille uyarıda bulunmuyorsunuz? Aynı şekilde Suriye’nin kuzey doğusunda PKK varlığının ortadan kaldırılması için neden tüm imkan ve kabiliyetlerimizi kullanmıyorsunuz? Neden, bir taraftan, Rusya’nın diğer taraftan da ABD’nin PKK/PYD varlığını kabul eden politikaları konusunda net bir tavır koyamıyorsunuz? Terörle mücadeleyi suçlu arayıp şikayet ederek yürütemezsiniz. Terörle mücadeleyi intikam duygularıyla da yönetemezsiniz. Eğer memleketimizde terörü gerçekten kökünden söküp atmak istiyorsanız; devlet aklımızı çalıştırmak gerektiği zaman strateji değiştirmek; Türkiye’nin tüm avantajlarını kullanarak haklı mücadelemizi sonuca ulaştırmak zorundasınız. Bu vesileyle bir daha böyle bir olayın tekrarlanmaması adına terörle mücadele stratejisinde devlet aklının önemini bir kez daha vurguluyor ve iktidardaki siyasetçileri devlet geleneklerimize uygun biçimde hareket etmeye davet ediyorum.
“ORTAYA ÇIKAN ANAYASAL DEVLET KRİZİNE ENGEL OLMUYORSA, OLAMIYORSA O ZAMAN, YETKİYİ ALDIĞI MİLLETİNE KARŞI SORUMLULUĞUNU YERİNE GETİREMİYOR DEMEKTİR”
Milletçe zor zamanlardan geçiyoruz. Devlet insanlığına ihtiyaç duyduğumuz günlerdeyiz. Devlet ciddiyetini aradığımız olaylar yaşıyoruz ve milletten alınan yetkiyle oturulan o koltukların hakkının tam da bugünlerde verilmesini bekliyoruz. Ancak ülkemizde ne yazık ki birey-devlet ilişkisinde de toplum-siyaset ilişkisinde de ciddi bozulmalar yaşıyoruz. Bildiğiniz gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti, demokrasi temeli üzerinde yükselir. Ve o nedenle Cumhuriyetimizin devlet yönetimi anlayışında bireyin refahı, mutluluğu, onuru, huzuru ve özgürlüğü esastır. Bu esaslar çerçevesinde ise hem bireylerin devlete karşı hem de devletin, milletimizin her bir ferdine karşı bazı görev ve sorumlulukları vardır. Çünkü bizim anlayışımızda devletsiz Türk milleti milletsiz de, Türk devleti olmaz. Ancak bugün, görüyoruz ki milletimizden aldığı yetkiyle, devletimizi yöneten iktidar maalesef, bu görev ve sorumlulukların bilinciyle hareket etmiyor. Çünkü mesela Yargıtay 3’üncü Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını tanımayarak Anayasa’yı alenen yok saydığı bir ortamda eğer ki iktidar Anayasa’nın çiğnenmesine göz yumuyorsa gayrimeşruluktan, siyasi çıkar elde etmeye çalışıyorsa, ortaya çıkan anayasal devlet krizine engel olmuyorsa, olamıyorsa o zaman, yetkiyi aldığı milletine karşı sorumluluğunu yerine getiremiyor demektir.
“MİLLİYETÇİLİK YARGILANIRKEN BÖLÜCÜLÜK, CUMHURİYET DÜŞMANLIĞI ÖZGÜRLÜK SAYILIYORSA O ZAMAN İKTİDAR MİLLETİNE KARŞI SORUMLULUĞUNU, YERİNE GETİREMİYOR DEMEKTİR”
Mesela bir yanda gençlerimiz ‘milliyetçi söylemlerde bulundukları için’ tutuklanırken diğer yanda terörist başının devletin kanalına çıkmasına ifade ve basın özgürlüğü kararları veriliyorsa, yani; milliyetçilik yargılanırken bölücülük, Cumhuriyet düşmanlığı özgürlük sayılıyorsa o zaman iktidar milletine karşı sorumluluğunu, yerine getiremiyor demektir. Mesela, bir yanda sırtını iktidara yaslayanlar sefa sürerken makyajlı enflasyon rakamları üzerinden lütufmuş gibi verilen zamlarla işçilerimiz yoksulluğa emeklilerimiz de açlığa mahkum ediliyorsa hatta yapılan göstermelik zamlarda bile ayrımcılık yapılıyorsa o zaman iktidar milletine karşı sorumluluğunu, yerine getiremiyor demektir. Mesela, motokuryenin ölümüne yol açan kişinin kaçmasına göz yumuyorsa sonra da gelip hızlandırılmış yargıyla kişiliği ve pişmanlığını dikkate alıp 27 bin 300 liraya serbest kalıyor kendi vatandaşının ölmesinin karşılığı günde 30 lira yani 1 dolar oluyorsa o zaman milletine karşı sorumluluğunu, yerine getiremiyor demektir.
“SURİYE’DE YAPTIĞI EVLERLE ÖVÜNÜRKEN KAHRAMANMARAŞ’TA ŞEHİDİMİZİN AİLESİNİ SAHİPSİZ BIRAKMIŞ. YUH OLSUN, YAZIKLAR OLSUN”
Mesela 11 ilimizi harabeye çeviren deprem felaketinin üzerinden neredeyse, 1 yıl geçtikten sonra bile eğer ki iktidar vatandaşının, barınma hakkını teslim edemiyorsa bir asker ailesini, bir şehit ailesini, çadıra muhtaç bırakıyorsa o zaman milletine karşı sorumluluğunu, yerine getiremiyor demektir. Düşünebiliyor musunuz? Bu memleketin yarınları için kendi evladından, kendi yarınlarından vazgeçen bir aileye devleti yönetenler, sahip çıkamamış. Başlarını sokacak bir çatı kuramamış şehit haberini verirken, 10 tane ısıtıcı götürmekten utanmamış. Suriye’de yaptığı evlerle övünürken Kahramanmaraş’ta şehidimizin ailesini sahipsiz bırakmış. Yuh olsun, yazıklar olsun!
“6 ŞUBAT’TA YAŞADIĞIMIZ BÜYÜK DEPREM FELAKETİNİN ARDINDAN KAYBOLAN ÇOCUKLARIMIZ VAR MI? VARSA KAÇ ÇOCUK? VE BU ÇOCUKLAR NEREDE”
AK Parti iktidarının milletimize karşı sorumluluğunu yerine getiremediği bir başka mesele ise kaçırılan, kaybolan çocuklarımız meselesidir. Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta Amerika Birleşik Devletleri’nde; sapkın bir çocuk istismarı şebekesini ifşa eden korkunç gelişmeler yaşandı. Dosyadaki birçok ülkeyle birlikte 17 Ağustos 1999 depremi sonrasında Türkiye'den de, bazı çocuklarımızın kaçırılarak ABD'ye götürüldükleri ve bu şebekenin eline düşürüldükleri ortaya çıktı. Bu vahim ifşaat sonrasında herkesin aklına, aynı korkunç soru geldi 6 Şubat’ta yaşadığımız büyük deprem felaketinin ardından kaybolan çocuklarımız var mı? Varsa kaç çocuk? Ve bu çocuklar nerede?
Biliyorsunuz ben 1999 depremini, bizzat yaşamış bir insan olarak Kahramanmaraş merkezli depremlerin sonrasında deprem bölgesine yaptığım ziyaretlerde kayıp çocuk olaylarının, yaşanması riskine karşı devleti yönetenleri ısrarla uyardım. Bunu da 1999 depreminden sonra 3 yaşındaki Edanur, 17 yaşındaki Nurcan, 6 yaşındaki Gözde, 11 yaşındaki Sinem, 9 yaşındaki Hande gibi hâlâ ailelerinin ulaşamadığı ama öldüklerine dair, hiçbir somut delilin de bulunmadığı kayıp çocuklarımız olduğunun bilinciyle yaptım. Bu endişemi önemsemeyenler, hatta eleştirenler bile oldu. Nitekim geçtiğimiz dönemin Aile Bakanı, Derya Yanık da çıktı ve dedi ki ‘Çocukların önemli bir kısmının sağlık kuruluşlarında olduklarını varsayıyoruz.’ Evet, yanlış duymadınız, ‘varsayıyoruz’ dedi. Yani böylesi kritik bir konuda yaptığımız uyarı umursamazlıkla karşılandı. Ciddiyetsizlikle karşılandı. Varsayarak devlet yönetmeye çalışan bir büyük liyakatsizlikle karşılandı.
“SAYIN BAKAN’A SORMAK İSTİYORUM; MADEM ÇOCUKLARIMIZDAN BİR TANESİNİN BİLE KAYIP OLMADIĞINI İDDİA EDİYORSUNUZ O ZAMAN, SÖYLEYİN KAHRAMANMARAŞ’TA, YEŞİLADA APARTMANI’NDA YAŞAYAN 6 YAŞINDAKİ, TALHA DEMİREL NEREDE”
Geldiğimiz noktada ise; yeni Aile Bakanı, Mahinur Özdemir; kayıp çocuklar konusunda yaptığı son açıklamada ‘1912 çocuğumuzdan, bir tanesinin bile, kayıp olması durumunun, söz konusu olmadığını tekrar ilan ediyorum. Bu çocukların kimlik tespitleri devletin bütün birimleriyle titizlikle yapıldı’ dedi. Ancak, geçtiğimiz günlerde yaptığımız Aksaray ziyaretimizde gördük ki karşımıza çıkan depremzede ailelerimiz hâlâ gözleri yaşlı, çocuklarını arıyor. Şimdi ben de buradan doğal olarak Sayın Bakan’a sormak istiyorum; madem çocuklarımızdan bir tanesinin bile kayıp olmadığını iddia ediyorsunuz o zaman, söyleyin Kahramanmaraş’ta, Yeşilada Apartmanı’nda yaşayan 6 yaşındaki, Talha Demirel nerede? Söyleyin Ebrar Sitesinde yaşayan Alya Kılınç nerede? Söyleyin Antakya Rönesans Rezidans’ta yaşayan 3 yaşındaki Mustafa Kemal Koşar, 1 yaşındaki, Mehmet Akif Koşar nerede? Söyleyin Adıyaman’daki Arzıklar Apartmanı’nda yaşayan 9 yaşındaki Muhammed Enes Demir nerede? Söyleyin 7 yaşındaki ikiz kardeşler Elif ve Esma Yapar, 17 yaşındaki Şükran Yapar nerede?
“MADEM BÜTÜN ÇOCUKLARIMIZIN KİMLİK TESPİTLERİ YAPILMIŞ O ZAMAN NEDEN YÜZLERCE AİLE HÂLÂ ÇOCUKLARINI ARIYOR”
Deprem bölgesinde toplamda bine yakın çocuğun kayıp olduğu iddiası var. Sadece deprem Mağdurları ve Kayıp Yakınlarıyla Dayanışma Derneği’ne 142 kayıp çocuk başvurusu yapılmış. Madem bu çocuklar kayıp değil o zaman neden ailelerinin bundan haberi yok? Madem bütün çocuklarımızın kimlik tespitleri yapılmış o zaman neden yüzlerce aile hâlâ çocuklarını arıyor? Haydi bakalım çıkın açıklayın. Kimlik tespitleri nerede yapıldı? Otopsi savcıları enkazdan çıkan her bir cenazeyi otopsi yaptıktan sonra mı kaldırdı? Defin için kanuni süre olan 15 gün beklendi mi yoksa Adalet Bakanlığı emriyle bir gün içinde defin mi yapıldı? Her birinin DNA’sı alındı mı? Her biri fotoğraflandı mı? Çıkın, açıklayın. Sözünü ettiğiniz tespitler çocuklarımızın hayatta olduklarını mı yoksa öldüklerini mi gösteriyor? Eğer öldülerse mezar yerleri nerede? Ve aileleri bunu, neden bilmiyor? Çıkın, açıklayın. Depremden sonra gümrük kontrolüne girmeden bölgeye giriş-çıkış yapan araçlar oldu mu? Eğer ki olduysa bunlar, hangi uluslararası yardım görünüşlü kuruluşların logolarını taşıyorlardı? Çıkın, açıklayın.
“BÖYLE BİR İKTİDAR DA DEVLET YÖNETME KABİLİYETİNİ TAMAMEN KAYBETMİŞ DEMEKTİR”
Ve son olarak 2016 yılına kadar kayıp çocuklarla ilgili düzenli olarak veri açıklayan TÜİK tam da sığınmacı akınının da etkisiyle rekor artışların yaşandığı bu dönemde neden bu veri akışını durdurdu? Kimden neyi saklıyorsunuz? Nereye kadar saklamayı düşünüyorsunuz? Haydi bakalım çıkın açıklayın. Bu kadar çok soru işaretinin olduğu böyle bir konuda eğer ki iktidar bu sorulara cevap veremiyorsa, çocuklarımızın nerede olduğunu bilmiyorsa ailelere bir açıklama yapamıyorsa milletine karşı sorumluluğunu yerine getiremiyor demektir. Ve böyle bir iktidar da devlet yönetme kabiliyetini tamamen kaybetmiş demektir. Bu kadar basit.
“MESELA BİZLERE MİLLETİMİZİN CANINA KASTEDEN KATİLLERE O KATİLLERİN YOLDAŞLARINA, PROPAGANDİSTLERİNE, FIRSAT VERMEMEK, ONLARI KIRMIZI HALILARDA KARŞILAMAMAK DÜŞÜYOR”
Birey-devlet ilişkisindeki bozulmanın, bir benzeri de toplum-siyaset ilişkisinde yaşanıyor. Nasıl ki devletin bireye karşı görevleri varsa şüphesiz ki siyaset kurumunun da topluma milletimize karşı görevleri var. Yani milletimizin haklarını savunmamız için kendisine avukat tayin ettiği muhalefet partileri olarak bizlere de bazı görevler düşüyor. Mesela bizlere milletimizin sesini duymak iktidara da, o sesi duyurmak düşüyor. Mesela bizlere doğruya doğru, yanlışa yanlış derken aynı zamanda milletimizin dertlerine derman olacak çözümler üretmek düşüyor. Mesela bizlere kadim devlet anlayışımızı ve beraberinde getirdiği sorumlulukları devleti yönetenlere hatırlatmak düşüyor. Mesela bizlere hiçbir siyasi çıkarı Türkiye’nin teröre karşı ortak sergilediği bir duruşun önünde görmemek düşüyor. Mesela bizlere milletimizin canına kasteden katillere o katillerin yoldaşlarına, propagandistlerine, fırsat vermemek, onları kırmızı halılarda karşılamamak düşüyor. Mesela bizlere tıpkı sahada olduğu gibi siyaset kürsüsünde de teröre geçit vermemek düşüyor. Mesela bizlere terör örgütüne alan açan İsveç’in, NATO’ya kabulüne koşa koşa ‘Evet’ dememek düşüyor. Ancak ne yazık ki ülkemizde uzun bir zamandır rekabetten değil kutuplaşmadan beslenen kısır bir siyaset anlayış hüküm sürüyor. Bu anlayış yüzünden de seçimler, bir rövanş alanına indirgeniyor.
Sandık bir oy sayım etkinliğinden ibaret görülüyor. Seçmene de her halükarda kendilerine oy vermek zorunda olan marabalar olarak bakılıyor.
“VARSIN KAYIKÇILAR KAVGALARINA DEVAM ETSİNLER”
Halbuki siyaset, bundan çok daha fazlasıdır. Siyaset, ülkemize katma değer sağlama milletin derdine çare arama insanımıza aracısız dokunma alanıdır. İşte tam da bu yüzden biz, İYİ Parti’yi siyasetin unutulan ruhunu yeniden canlandırmak milletimiz için hakkıyla rekabet nasıl yapılırmış Türkiye’ye göstermek için kurduk. Ve ilk günden beri de milletimiz ve memleketimiz için, yılmadan çalışmaya, vizyonumuzu, çözümlerimizi ve projelerimizi ortaya koymaya inatla, azimle, ısrarla devam ediyoruz. Varsın kayıkçılar kavgalarına devam etsinler…Biz önümüzdeki seçimlerde İYİ Belediyecilik vizyonumuzla milletimizi, beton yığınlarına mahkum eden rantçı ve fırsatçı yönetim anlayışına son vereceğiz. Yetkiyi devraldığımız tüm şehirlerimizi insan ve çevre odaklı bütüncül bir imar anlayışıyla yeniden planlayacak ve hakkıyla yöneteceğiz. Bu kapsamda kentsel planlama ve imar politikalarımızı, Çevresel Sürdürülebilirlik, Toplumsal Etkileşim, Ekonomik Gelişim, Risk Yönetimi ve Estetik Görünüm ilkelerinin, üzerine kuracağız.
“LOGOLARIN, İSİMLERİN, KİŞİLERİN DEĞİŞİP ZİHNİYETLERİN AYNI KALDIĞI DEĞİL MERKEZİNE MİLLETİMİZİ ALAN VE KAZANANIN SADECE MİLLETİMİZİN OLDUĞU HAKİKİ BİR DEĞİŞİMİ ALLAH’IN İZNİYLE, 1 NİSAN’DA TÜM TÜRKİYE’DE BAŞLATACAĞIZ”
İmar planlarının hazırlanmasında gelecekteki taleplerin karşılanması kentsel dönüşüm kentin ihtiyaçlarına uygunluk teknik uygulanabilirlik ve kamu yararını esas alacağız. Enerji, gıda ve su kaynaklarını verimli kullanan doğal afetlere dirençli değişen iklim koşullarına uyum sağlayabilen şehirler için kentlerin morfolojik özelliklerini planlama süreçlerine dahil edeceğiz. Ayrıca kentsel dönüşümü depreme dayanıklı konut üretmenin yanı sıra merkezine tüm sosyal kültürel, çevresel ve ekonomik boyutlarıyla kent sakinlerinin öncelik, ihtiyaç ve tercihlerini alan yepyeni bir planlama anlayışıyla yürüteceğiz. Ez cümle İYİ Parti olarak milletimizden yönetme yetkisini aldığımız tüm şehirlerimizde İYİ Belediyecilik vizyonumuzla milletimize hak ettiği gibi yaşayan yaşatan ve huzurlu şehirler inşa edeceğiz. Logoların, isimlerin, kişilerin değişip zihniyetlerin aynı kaldığı değil merkezine milletimizi alan ve kazananın sadece milletimizin olduğu hakiki bir değişimi Allah’ın izniyle, 1 Nisan’da tüm Türkiye’de başlatacağız. Şimdiden milletimize, memleketimize, hayırlı uğurlu olsun." (ANKA)
Yorum Yazın