Bozoğlu: İzmir'in hakkını İzmir'e vermek için adayım
2011 seçimlerinin “atom karıncası” Turgay Bozoğlu, yeniden milletvekilliği dedi.Bucalı, Mülkiyeli, Hesap Uzmanı… Kendi deyişiyle “hiçbir zaman küçük hesapların adamı” olmadı. İzmir’in bürokrasiye kazandırdığı bir değer olarak, birikimini üniversitelerde eğitim gören gençlerle “konuk öğretim üyesi” olarak paylaşıyor. Şimdi bu birikimi doğup büyüdüğü kenti ve ülkesi için paylaşmak istiyor.
- Ege Postası
- 28.03.2015 - 22:47
CHP’den 2011’de 1.Bölge 8.sıra milletvekili adayı iken, matematik “zor” dese de o, “bu hesaba aldırış etmeden” dur durak bilmeden çalışmasıyla tanındı.
Partinin politika mutfağının “hünerli” ismi olarak, tepeden bakan bazılarının tersine, sempatik ve mütevazılığıyla hem CHP tabanının hem de onu yeni tanıyan seçmenlerin gönlünü fethetti.
Genel Başkan Kılıçdaroğlu’na “üstat" diyen bir mesleğin temsilcisi olarak; lideri gibi “ön seçim” dedi ve 1. Bölge’den aday adayı olarak “örgüt kantarı”na çıktı.
-Türkiye’de gündem henüz seçim havasına tam olarak girmedi, ama CHP için durum biraz farklı. CHP aday adaylarının bir bölümünü ön seçimle belirleme kararı aldı ve birçok aday adayı yaklaşık bir aydır sahada. Siz de sahaya ilk inen isimlerden biri olarak dikkat çektiniz. Aday adaylığına nasıl karar verdiniz'
TURGAY BOZOĞLU: Ben işçi emeklisi bir ailenin 5 çocuğundan birisiyim. İzmir’de büyüdüm, İzmir’de yetiştim. İlk orta ve lise eğitimimi İzmir’de tamamladım. İzmir Atatürk Lisesi’nden mezuniyetimin ardından Ankara’ya gittim. Ailemin olağanüstü özverisi ve desteğiyle Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümü’nü bitirdim ve yaklaşık 30 yıl sürecek bürokrasi hayatım başladı. Bu sırada ABD’de yüksek lisansımı ve Ankara Üniversitesi’nde doktoramı tamamladım. Uluslararası alanda pek çok proje ve çalışmada ülkemi temsil ettim.
Maliye Bakanlığı’nda hesap uzman yardımcısı olarak bürokrasiye girerken kendi kendime bir söz vermiştim: “İyi okullarda okumam için bana fırsatlar sunan ülkeme, geleceklerini ödünç aldığımız çocuklarımıza ve elbette beni yetiştiren İzmir’e bir gün borcumu ödeyeceğim!” demiştim. Şimdi 30 yıla yakın mesleki birikimim, deneyim ve uzmanlığımla bu borcu ödemek istiyorum. Bunun için 2015 genel seçimlerinde de Cumhuriyet Halk Partisi İzmir Birinci Bölge’den Aday Adayı olmaya karar verdim.
-2011’de de adaydınız, değil mi'
Evet, 2011 yerel seçimlerinde, CHP İzmir 1. Bölge 8. Sıra Milletvekili Adayı idim. O süreçte bölgede uzun soluklu ve yoğun bir kampanya yürüttük. İzmir Birinci Bölge’de neredeyse sıkılmadık el bırakmadım. Aday sıram seçilmeye yetmemiş olsa da çok önemli bir deneyim oldu benim için. Sekizinci sıradan seçilme ihtimalinin düşük olduğunu bilmeme rağmen neredeyse kapı kapı gezerek seçimin son gününe kadar kampanyamı hız kesmeden yürüttüm. Çünkü ülkenin geldiği koşullar altında ülkenin iyi yetişmiş dürüst insanlarının taşın altına elini koyması gerektiğini düşünüyordum. Köşede oturmamalı, mücadele alanında olmalıydım. Ben hala buna inanıyorum. Bu yüzden tekrar Cumhuriyet Halk Partisi saflarında aday adayı oldum.
-Ama bu kez iki elemeden geçilecek. Öncelikle ön seçim var. Ne düşünüyorsunuz ön seçim kararı hakkında'
Ön seçim kararı CHP örgütlerinde çok canlı, çok dinamik bir süreç başlattı. Son derece demokratik bir yöntem olarak görüyorum ve bence ülkesi için bir şeyler yapmak isteyenlere cesaret verici, örnek bir karar oldu. Bakın Ben bir hesap uzmanıyım… Ama her yerde söylüyorum, “küçük hesapların” uzmanı değilim. Hiçbir zaman küçük hesapların adamı olmadım. Siyasete girmeye de bu bilinçle karar verdim. Ülkemin geleceğinin, her türlü kişisel hırsın, beklentinin, kariyer arayışının üzerinde olduğuna inanıyorum. Benim siyasetteki amacım mesleki birikimimi, donanımımı, tecrübemi bürokrasinin kuralları arasına sıkışmadan, daha üretken şekilde ve en üst düzeyde ülkemin yararına kullanabilmek.
Bu doğrultuda partim tarafından verilecek her göreve, her zamanhazır oldum. 2011 seçimlerinde “Aile Sigortası” projemizi Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile ilk çalışanlardan biriyim. CHP’nin “Sosyal Demokrat İktidarda Vergi Reformu” adlı raporunu yazan kişiyim. Vergi politikaları hakkında çok sayıda makalem var, çeşitli üniversitelerde dersler veriyorum. Dolayısıyla ön seçim kararını benim gibi düşünen siyasetçiler için - ki partimizde böyle düşünen çok sayıda arkadaşımız olduğunu mutlulukla görüyorum - son derece demokratik bir yarış olanağı veriyor. Ön seçimin bir başka yararı da halka bölgesinde seçilecek vekiller hakkında seçimlerden çok önce bilgilenme fırsatı sunması. Her adayın yarın vekil olacakmış gibi hazırlanmasını, projeler üretmesini ve bunları örgütleri üzerinden halka anlatmasını mümkün kılıyor.
-Önseçimin parti içinde kırgınlıklar yaratmasından endişe etmiyor musunuz'
Asla endişelenmiyorum. Elbette hayal kırıklıkları olacaktır, bu çok insani ve anlaşılır bir durum. Ama bölgelerinde bugün aday adayı olan her ismin, ön seçim sonucu ne olursa olsun, ertesi gün kaldığı yerden partimizin kampanyası içerisinde görev üstlenmesi, canla başla çalışmaya devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Öyle de olacak. Çünkü tüm ilçe örgütlerimizde, gençlik örgütlerinde, kadın kollarında, aynı pozitif havayı ve aynı pozitif motivasyonu görüyorum.
-Yeniden size dönersek… Ankara’da bürokrasinin yakından tanıdığı bir isimsiniz. Son olarak da Çankaya Belediye Başkan Yardımcılığı yapıyordunuz. Neden Ankara veya bir başka yerden değil de İzmir’den aday oldunuz'
Aslında çok basit bir yanıtı var bunun; İzmir’den aday oldum, çünkü ben İzmirliyim!
Siyaset bir tarafa bırakalım, samimi duygumu anlatayım. İzmir’de doğmuş veya büyümüş, yetişmiş, okumuş, İzmir’in havasını solumuş, İzmir’in suyunu içmiş, İzmir’in o bıçak gibi kesen rüzgârını yemiş, İzmir’in sağanağında tepeden tırnağa ıslanmış birisi, nereye giderse gitsin, damağında İzmir’in boyozu, kumrusu, gevreğinin tadını taşır. Tabii ki anılarını da… Buca’dan Konak’a, Karşıyaka’dan Kınık’a, Urla’dan Foça’ya, Menemen’den Karaburun ve Çeşme’ye; Karabağlar’dan Balçova’ya, Narlıdere’den Güzelbahçe’ye, Menderes ve Selçuk’a sokaklarının her kıvrımında hatıraları olan birinin dünya üzerinde İzmir’den başka bir yeri yoktur.
Hayat onu nereye götürürse götürsün bir İzmirli her zaman İzmirlidir. İzmir’e dair o kadar çok detay var ki anlatabileceğim. Dolayısıyla benim buradan aday olmam değil, başka yerden aday olmam tuhaf olurdu! Kendimi her şeyimle İzmir’e ait hissediyorum.
Diğer yandan, daha önce söylediğim gibi bir minnet duygusu galiba… Beni yetiştiren, okutan, önemli yerlere gelmemi sağlayan İzmir için bir minnettarlık duygusu var. İzmir heyecan veriyor ve bu şehir için çalışmak istiyorum.
Sadece bu kadar da değil… Aday adaylığımı duyurduğum toplantımda anlatmıştım, gittiğim her yerde de bunu söylüyorum, burada da anlatmak zorunda hissediyorum. İzmir “makul şüpheli” kent haline getirilmek isteniyor. Valilik, polis, merkezi bürokrasi el birliğiyle İzmir’i kötürümleştirmek, aciz bırakmak, susturmak için özel olarak uğraşıyor.
Gezi sürecinden beri şiddetin dozu giderek arttırılıyor. Geçtiğimiz ay laik ve bilimsel eğitimi boykot için yapılan eylemlerde uygulanan polis şiddetini hatırlayın. Polis eylemcileri belediyenin içine girip almaya çalışacak kadar ileri gitti…Valiyi protesto etmek isteyen gençler, yine makul şüpheli muamelesi yapılarak, valilik tarafından hedef gösterildi.
Göztepe-Altay maçından sonrapolis, ailece karı, koca, çoluk çocuk maça gelmiş insanlara, taraftarlara ayırt etmeksizin acımasızca saldırdı. Ege Üniversitesi’nde hayatını kaybeden üniversiteli gencimizin ölümüne neden olan ihmaller zincirinin müsebbipleri, bugün bu elim olayı bile, bir sıkıyönetim deneyine malzeme yapabiliyor. Her yerde çocuklarımız sokaklarda vuruluyor, sakat bırakılıyor, öldürülüyor. Basın üzerinde yıllardır zaten süren ağır baskı da giderek artıyor.
Ülke bu haldeyken Türkiye’yi bir polis cehennemi haline getirecek bir tasarının yasalaşmaması için Cumhuriyet Halk Partisi, diğer partilerle birlikte haftalarca mecliste direndi, ancak iktidarın gözü hiçbir şey görmüyor. Mahkeme kararıyla İzmir’de polise akıl almaz yetkiler veriliyor. Daha birçok örnek var… Bir İzmirli bu olan bitene pabuç bırakmaz, bunlar karşısında pes etmez, yılmaz! İzmirli özgürlüğüne, demokrasiye, eşitliğe düşkündür. Ve ben bir İzmirli olarak, demokrasi ve özgürlük mücadelemizi mecliste de yükseltmek için buradayım, İzmir’den aday adayıyım.
-Maliye kökenlisiniz, hatta sizin için olası bir CHP iktidarının “Maliye Bakanı” yorumları yapılıyor. Genel olarak ekonomiyi ve özelde İzmir’i ekonomik açıdan nasıl görüyorsunuz'
Öncelikle sağ olsunlar, bazı çevreler 30 yıllık mesleki birikimim, deneyimim ve uzmanlığım nedeniyle o yakıştırmada bulunuyorlar. Ancak öncelikli mesele kişisel olarak nerede olduğun değil, kolektif olarak ne üretebildiğindir. Yani her aday arkadaşımızın farklı alanlarda kendilerine göre uzmanlıkları vardır, önemli olan kişisel birikimin partimizin iktidar yürüyüşüne yapacağı katkının ne olacağı. Hedefimiz iktidar olmak olmalı, tüm motivasyonumuz bu olmalı.
Ekonomiyi genel olarak değerlendirmek, durumumuzun ne olduğunu daha iyi anlayabilmek için pek çok rakamsal veriyi hem kendi tarihimizdeki farklı dönemlerle, hem de bize benzer başka ülkelerin aynı dönem verileriyle karşılaştırmak gerek. Büyüme, enflasyon, kur, işsizlik, işe katılım oranı gibi çok sayıda veriyi çapraz olarak bir arada değerlendirmeden sadece sloganlarla ilerleriz.
Örneğin Türkiye ekonomisinin büyümesi… Yüzde şu kadar büyüdük demek hem anlamlı hem anlamsızdır.
-Bir büyüme yaşanmadı mı'
Nereden baktığınıza, nasıl anlattığınıza bağlı biraz da… Çünkü 1, 0’dan büyüktür, ama ikiden küçüktür. Neredeyse sıfırın altında devraldığınız bir ekonomide, , IMF’nin neredeyse her detayını belirlediği çerçeve içinde, sıfır inisiyatifle ve dönemin küresel güçlerinin desteği ve pompalamasıyla bir süre büyüyorgibi görünebilirsiniz. Hatta halka da, onlara hiç fark ettirmeden, uzun taksitler, banka kredileri, kredi kartlarıyla boğazına kadar borca sokarak sanal bir refah, büyüklük hissi yaşatabilirsiniz. Ama ekonomide yatırıma ve üretime dayalı sağlam bir alt yapın yoksabu balon bir süre sonra patlar. Kendin üretmiyorsan, kendin kazanmıyorsan, başkalarının pompaladığı, sıcak para dediğimiz kısa vadeli sanal refah bir süre sonra büyük bir borç yüküne dönüşür. Ve kendi kazancın yoksa bu borcu bir başka borçla kapatma dönemi başlar ve bu bir sarmal oluşturur. Bugün yaşananın faiz/kur tartışmasının bir yönü budur. Ortada yatırıma dönüşmeyen, herhangi bir alanda dönüşmeyi de düşünmeyen para sahipliği var ve ekonominiz tümüyle onlara bağımlı… 13 yılın sonunda AKP’nin ekonomiyi getirdiği nokta bu; bu yüzden sizi istediği gibi elinde oynatıyorlar.
Diğer yandan, sanal da olsa para bolluğu yaşandığı bir dönemde dahi ülke tarihinin en kötü gelir dağılımına sahip ülkelerden biri olmayı başardık! OECD ülkeleri arasında, gelir dağılımında en adaletsiz üçüncü ülkeyiz. Türkiye, doğru yönetildiğinde dünyanın pek çok ülkesinin sahip olmadığı kaynaklara sahip olmasına rağmen gün geçtikçe ağırlaşan ekonomik şartlar nedeniyle insanlarımız yarınına umutla bakamaz halde.
AKP’nin 13 yıl boyunca sürdürülebilir olmayan ekonomik politikalarının sonucu, ne yazık ki derin bir yoksulluk ve açlık oldu. Bakın, Türkiye’de en düşük gelirli % 20’lik kesim yaratılan gelirin sadece % 6.1’ini alıyor. Nüfusun en yüksek gelirli % 20’lik kesimi ise % 46.6’sını, yani neredeyse yarısını alıyor.
AKP iktidara geldiğinde dolaylı ve dolaysız vergilerin oranı % 50-50’ydi. Bugün dolaylı vergilerin oranı %69. Bu devletin, gelir ve servet üzerinden vergi toplayamadığı, ama orta/düşük gelirlilerin her harcamasından, neredeyse nefes alışından vergi aldığı anlamına geliyor! Diğer bir deyişle Türkiye’nin yükü düşük ve dar gelirlilerin omuzlarına yüklenmiş. Vergi politikaları bir ülkede sosyal adaletin temel taşıdır. AKP sürdürdüğü vergi politikalarıyla, adındaki ilk harfi daha ilk yıllarında terk etti.
Teknik olarak eleştirilecek, söyleyecekbu sütunlara sığmayacak kadar çok şey var.
-İzmir’e gelirsek…
Biraz önce İzmir’e yönelik antidemokratik uygulamalardan söz ettim. Aynı şey ekonomide de geçerli… Hükümet tarafından İzmir’e şiddetli bir ayrımcılık uygulanıyor. İzmir’de 2011 seçimleri öncesi başbakan açıkladı, 35 vaat diye. Ne old? 35 yalana dönüştü, hiçbiri olmadı. Çünkü İzmir’de istediği başarıyı yakalayamadılar ve cezalandırıyorlar. Geçen 4 yılda diyelim hükümet olarak bunları yapmadınız, AKP’li milletvekilleri İzmir için ne yapt? İzmir’de CHP iktidarda diyorlar, büyükşehir ve ilçe belediyelerini eleştiriyorlar, peki soruyorum, siz İzmir için ne yaptını? Bakın kentsel dönüşümle ilgili büyükşehrin hiçbir talebi, projesi, önerisi geçmiyor, Bakanlar Kurulu’nda öylece bekliyor. Kısa bir süre önce raylı sistemlerle ilgili Bakanlar Kurulu kararı yayınlandı. Antalya, İstanbul ve Ankara’nın yeni hatları daha Ulaştırma Bakanlığı’nca üstlenildi. Bunun içinde İzmir niye yo? İzmir’in ihtiyacı var, talebi de var. Bu düşmanca tutum niy? Ankara’yı iyi biliyorum. Ankara’da Sayın Murat Karayalçın’ın projelendirdiği ve yapımını başlattığı metro eserinin üstüne geldiler, kondular ama, yıllarca Ankaralı mağdur edildi, sonra ne old? Ankara’nın mevcut başkanı yıllarca 1 metre bile metro yapmadı, beceremedi. O yapmayınca Ulaştırma Bakanlığı konuya el koydu ve yapmaya başladı. Antalya ve İstanbul’a yaptığınıza onu da ekliyorsunuz ama İzmir gene yok. İzmir’e karşı net ve çok açık bir ayrımcılık var.
Diğer yandan teşvik politikaları çok önemlidir. Ben teşvik politikaları üzerinde uzun süre çalıştım, Türkiye’nin ilk sanayi stratejisini yapan ekibin bir parçasıydım, hatta bir zaman sonra ekibin başında oldum. Biz orada şunu gördük, Türkiye’de teşvik politikaları bir stratejiye dayanmıyor. Teşvikler tamamı ile keyfi ya da siyasi. Kim bastırmışsa, sesi çok çıkmışsa veya bir yerde siyasi olarak bir çıkar belirmişse ona göre teşvik verilmiş. Son derece dağınık bir şekilde neredeyse her alanı teşvik etmişiz ama hala yıldız bir sektörümüz yok. Oysa İzmir turizmden tarıma birçok olanağa ve fırsata sahip. Liman kenti, ticaret merkezi, yazılım kenti, fuar kenti olmak gibi birçok noktaya odaklanılabilir. Doğru teşvik politikalarıyla, İzmir’in ekonomisini özellikli alanlarda desteklemek, büyütmek tüm ülkenin çıkarına olacaktır. Biz sadece İzmir değil, ülke geneliyle ilgili şunu söylemeliyim, tekrar üreten, reel olarak büyüyen ve hakça paylaşan bir ülke olmak zorundayız.
-Peki ya İzmir ve adalet dersek, ne dersiniz'
Bir kent düşünün ki belediye başkanı 397 yılla yargılansın, hangi adaletten söz edebiliri? Ekonomide de durum farksız. İzmir vergisini en çok ödeyen illerin başında geliyor. Ama gelin görün ki aldığımız yatırım çok az. Bunu politik bir söylem olarak dile getirmiyorum. 13 yıldır bu rakamları tek tek not ediyorum. Eğer İzmir 2002’deki oranda hükümetten destek almış olsaydı bugün çok daha farklı bir İzmir’de yaşıyor olacaktık. Örneğin İzmir hak ettiği parayı alsaydı 746 km hafif raylı sistem yapılabilirdi. Şu anda Belediyemizin öz kaynaklarıyla yapılan hattın 20 km olduğunu göz önüne alırsak, İzmir’in ne kadar haksızlığa uğradığını görebiliriz. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Mesela İzmir hak ettiğini alsaydı 373 adet 400 yataklı modern hastane yapılabilirdi veya 3391 adet arabalı vapur satın alınabilirdi. İşte ben İzmir’in verilmeyen bu hakkının hesabını sormak için yola çıktım.
-Bir ekonomik kriz bekliyor musunuz'
Kriz geliyor gelmiyor söylentileri bile abes. Çok uzun süredir krizi yaşıyoruz zaten! Hükümetin ekonomi üzerinde ağır bir baskısı var. Hesap vermeme dönemini başlattılar. Siz vergi topluyorsunuz, vatandaşın gelirini topluyorsunuz ama harcamalarınızı nereye nasıl yaptığınızın hesabını vermiyorsunuz. Olacak şey değil. Biliyorsunuz Sayıştay raporları meclise gelmiyor. Bütçe görüşmeleri öncesi Mali Kontrol Kanunu’nun emrettiği hiçbir şey meclise gelmedi. Etkin ve hesap verebilir bir sistemi inşa etmeden büyük ekonomilerin arasına girilemez. 2002 sonrasında IMF ve Dünya Bankası’nın çizdiği yönergelerle zorunlu hale gelen reformlar yaşandı. 2007 yılından bu yana AKP Hükümeti hiçbir reform yapmadı. Son yıllarda kişi başına düşen milli gelir açısından Türkiye yerinde saydı ve dünya ekonomi liginde arka sıralara düşmeye başladı. Dünya Bankası raporunda beni inciten bir ifade var: Türkiye’de işlerin yürütülmesinde torpilin ne kadar önemli olduğunu bilin ve ne yaptığınız değil, kimi tanıdığınız önemli diyor. Bu çok acı. Dünya Bankası’nın raporuna geçmiş durumda. Artık yolsuzluğun, çürümüşlüğün, kokuşmuşluğun kokusunu herkes duydu ve bu Türkiye Cumhuriyeti için utanılacak bir durum.
Kriz tellallığı yapmakla suçluyorlar, oysa hiçbir TC vatandaşı nefes aldığı ülkenin ekonomik olarak da cehenneme dönmesini istemez. Onların kriz tellallığı dediği gerçeklerin ta kendisidir! Gerçekleri duymaya tahammülleri olmadığı gibi, konuşulmasını da istemiyorlar.
-Ön seçime çok az bir süre kaldı. Son olarak partinizin üyelerine ne söylemek istersini? Sizi niye seçsinler'
Mensubu olmaktan onur duyduğum Mülkiye’nin Marşı şöyle başlar:
“Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz.
Ey vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz …”
Bürokrasiye adım atarken içimde taşıdığım heyecanı ve söylediklerimi, şimdi milletvekili adaylığına aday bir Mülkiyeli olarak yaşıyor ve söylüyorum. “Ey vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz …”
Ülkem için halkın vekili olarak tüm birikimim ve uzmanlığımla göreve hazırım.Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında ülkem için çalışmak, üretmek için ön seçimde partili yol arkadaşlarımın desteğini istiyorum ve bekliyorum. Tüm İzmirlilere saygı ve sevgilerimi gönderiyorum. Yolumuz açık olsun!
Yorum Yazın