Faik Öztrak: KKM ile Hazine kasasından 7 ayda çıkan faiz ödemesi 84,9 milyar TL
CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak, “‘Hazine'nin kasasından tek kuruş para çıkmayacak’ dedikleri Kur Korumalı Mevduat ile Hazine kasasından 7 ayda çıkan faiz ödemesi 84,9 milyar TL. Hep diyoruz; yarım doktor candan eder, yarım hoca dinden eder. Yarım ekonomist, ülkeyi berbat eder” dedi.
- Ege Postası
- 17.10.2022 - 20:26
CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak, Hazine’nin kasasından Kur Korumalı Mevduat (KKM) 7 ayda 84,9 milyar lira faiz ödemesi yapıldığını belirtti. Öztrak, sosyal medya hesabında bugün yaptığı açıklamada şunları kaydetti:
“‘Hazine'nin kasasından tek kuruş para çıkmayacak’ dedikleri Kur Korumalı Mevduat ile Hazine kasasından 7 ayda çıkan faiz ödemesi 84,9 milyar TL. Hep diyoruz; yarım doktor candan eder, yarım hoca dinden eder. Yarım ekonomist, ülkeyi berbat eder.”
FAİK ÖZTRAK: “BUNLARIN KALBİ DE MİLLETE KARŞI ARTIK ÖLMÜŞ.
Öte yandan Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün MYK gündemiyle ilgili basın toplantısı yaptı. Öztrak, şunları söyledi:
“BU KAÇINCI MADEN KAZASI, BU KAÇINCI YAS”
“Hafta sonu, hepimizin yüreği dağlandı. Türkiye Kömür İşletmeleri’ne ait, Amasra’daki bir kömür madenindeki patlama, ülkemizi derinden sarstı. 41 maden emekçimiz yaşamını kaybetti. 11 maden emekçimiz de yaralandı. Yaralılarımızın bir kısmının durumu ağır. CHP olarak, vazife başında hayatını kaybeden şehitlerimize, bir kez daha Allah’tan rahmet, kederli ailelerine sabır, tüm milletimize baş sağlığı diliyoruz, yaralılarımıza ise tez elden şifa dileklerimizi iletiyoruz.
Bu acılardan artık milletçe bunaldık. Bu kaçıncı maden kazası, bu kaçıncı yas. 2003’te Ermenek, 2004’te Kastamonu Küre, 2009’da Bursa Mustafakemalpaşa, 2010’da Balıkesir Dursunbey ve Zonguldak Karadon, 2013’te Zonguldak Kozlu, 2014’te 301 emekçimizi yitirdiğimiz Soma faciası, 2014’te bir kere daha Ermenek, 2016’da Siirt Şirvan.
Bunlar toplumda travma yaratan, büyük facialar. Bir de gazetelerin üçüncü sayfalarında, kıyıda köşede gizlenen ‘Elbistan’da madende bir işçi öldü’, ‘Gemerek’te göçük sonucu, bir işçi hayatını kaybetti’ haberleri var. Çoğu kişinin görmediği, duymadığı iş cinayetlerinde, onlarca ocağa ateşler düştü.
“EMEKÇİLERİNİN İŞ CİNAYETLERİNE, VİCDANSIZCA KURBAN EDİLDİĞİ BİR ÜLKEYE DÖNDÜK”
2003’ten bu yana, 2 bini maden emekçisi olmak üzere 30 bin işçimizi ‘iş kazası’ denen, iş cinayetlerinde yitirdik. Bunlar sıradan sayılar değil. Bu sayılarda; ‘Yüz karası değil, kömür karası, böyle kazanılır ekmek parası’ diyen babalar var. ‘Güneşi görebilmek için karanlığı kazan’ gencecik evlatlarımız var. Fransız yazar Albert Camus, ‘Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, insanların nasıl öldüğüne bakın’ demiş. Vicdansız bir düzen elinde, emekçilerinin iş cinayetlerine vicdansızca kurban edildiği bir ülkeye döndük.
Gerçi şimdilerde, ufukta seçim sandığı görününce, kurt, kuzu postuna büründü. Ama Soma’da, maden kazasında bunların yaptıklarını unutmadık. Soma’da 301 canımızı yitirdiğimiz maden faciasında; dönemin Başbakanı Erdoğan, kendisini protesto edenleri, ‘Başbakana yuh çekersen, tokadı yersin’ diyerek tehdit etmişti. Sonra da bir markete girip korumalarıyla beraber, genç bir çocuğu dövdü. Delikanlıyı döverken de ‘Ne kaçıyorsun ulan İsrail dölü’, diye bağırması da cabası. Tabi ön teker nereye, arka teker de oraya. Erdoğan bunları yaparsa şürekâsı neler yapmaz.
Bu fotoğraf toplumsal hafızamıza, bu vicdansız düzenin alametifarikası olarak kazındı. Fotoğraftaki Erdoğan’ın özel kalem müdür yardımcısı. Şu yüzdeki ifadeye bakın. Soma’da yere yatırılmış bir emekçiyi tekmelerken yüzündeki büyük nefrete bir bakın. ‘Millete hizmetkâr olmaya geldik’ diyenlerin, millete reva gördüklerine bir bakın. Peki, yere yatırılmış, eli kolu tutulmuş yerdeki birine tekme atan bu zorbaya Erdoğan ne yaptı? Binlerce avro maaşla Frankfurt’a Ticaret Ataşesi yaptı. Tekmeyi ödüllendirdi.
“SOMA DAVASINDA, BUGÜN TEK BİR TUTUKLU SANIK BİLE YOK”
301 insanın hayatını kaybettiği Soma davasında, bugün tek bir tutuklu sanık bile yok. Daha doğrusu var. O da Soma maden şehitlerinin ailelerini savunan avukatlar, avukatları içeri attılar. İşte Erdoğan’ın adaleti bu. Bundan 8 yıl önce Erdoğan, Soma’da ölen yüzlerce işçi için, ‘Bu işin fıtratında var’ demişti. Aynı Erdoğan, ne kadar kendine hâkim olmaya çalışsa da kendi fıtratına uydu, Amasra’da, ‘Biz kader planına inanmış insanlarız. Bunlar her zaman olacaktır’ dedi. Bununla da yetinmedi, 20 yıldır hükümet koltuğunda kendisinin oturduğunu bir anda unutuverdi. ‘Madenlerimizde hiçbir eksik, hiçbir gereksiz risk görmek istemiyoruz’ deyiverdi. Eksiği, riski giderseydiniz ya. Elinizi tutan mı vardı? 20 yıl o koltukta oturacaksın, işçinin hayatını tehlikeye atan eksikleri gideremeyeceksin. Devletin denetçileri ‘Risk var’ diyecek, çözmeyeceksin. Sonra da ‘Maden kazaları kaderin planı’ diyeceksin. Tedbirsizliğin, ihmalkârlığın, tamahkârlığın adı ne zamandan beri fıtrat ve kader oldu?
Bizim inancımızda, Önce tedbir, sonra tevekkül vardır. İlmin, aklın emrettiği tedbirleri almayacaksın, sonra ‘fıtrat’ diyeceksin, ‘Kaza’ diyeceksin, ‘Kader planı’ diyeceksin. Hiç eğip bükmeyin. Bu korkunç bir cinayettir. Ve biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, o anaların, babaların, eşlerin, çocukların, güzelim bebeklerin adına sorumluların peşini bırakmayacağız. Bu faciayı unutturmayacağız. Hesabını soracağız.
“BUNLARIN KALBİ DE MİLLETE KARŞI ARTIK ÖLMÜŞ”
Uluslararası Çalışma Örgütü verileri… ‘Sadece son 3 yılda, 2019-2021 döneminde, madenlerde yaşamını yitiren emekçilerimizin sayısı 189. Bu kayıplarla Türkiye açık ara dünya birincisi. Bu acı tablonun sahibi, hala hiç sıkılmadan, ‘Hamdolsun’ diyerek, Amasra’da 41 cansız bedene, 24 saatten az sürede ulaşmakla övünüyor. ‘Utancı gidenin kalbi de ölür’ derler. Bunların kalbi de millete karşı artık ölmüş. Bunların millete karşı kalbi körelmese, devlet kurumlarının tespit ettiği eksiklikleri giderir, bu madenleri güvenli hale getirirlerdi.
“2019 DENETİM RAPORUNDA, BUGÜN OLANLAR İÇİN AÇIKÇA UYARILARDA BULUNULMUŞ”
İşte Sayıştay raporu ortada. Patlamanın yaşandığı müessese için hazırlanan, 2019 Denetim raporunda; bugün olanlar için açıkça uyarılarda bulunulmuş. Raporun 16. sayfasında, bu müessesede üretimi olumsuz etkileyen başlıca etkenler tek tek sayılmış. ‘Metan gazı ve karbondioksit gazındaki yükselmeler’ bunlardan biri. Sayfa 21’de, iş kazalarındaki artışa vurgu yapılıyor. ‘2019’da müessesede önceki yıla göre yüzde 70 artışla 190 iş kazası olmuş Bunun 72’si göçükler nedeniyle yaşanmış’ diyor. Sayfa 63’de; ‘Solunabilir ve patlayabilir tozla mücadele kapsamında alınan önlemlerde aksamalar var’ deniyor. ‘Tane boyutu küçük tozların sürekli ortamda dolaşması, infilak riskini artırıyor’ tespiti yapılıyor. Ve sayfa 65: ‘2019 yılında müessesenin dengelenmiş üretim derinliği eksi 300 metre olmuştur. Bu derinleşme, ani gaz degajı ve grizu patlaması gibi ciddi kaza risklerinin artmasına neden olmaktadır. Çalışılan damarların tamamında gaz içeriklerinin yüksek olduğu dolayısıyla degaj kapasitelerinin de yüksek olduğu, arıza zonlarında riskin daha da arttığı bilinmektedir. Bu nedenle, Müessese ocaklarında ilgili mevzuat hükümlerinin yanı sıra ‘Kurum Degaj Yönergesi’ hükümlerinin titizlikle uygulanması gerekmektedir.’
“SAYIŞTAY GÖREVİNİ YAPMIŞ. BUGÜN KİBİRLİ SARAY YÖNETİMİ, SAYIŞTAY RAPORLARINI SANSÜRLÜYORSA, SEBEBİ İŞTE BU”
Bugün 41 canımızı yitirdiğimiz derinliği, Sayıştay denetçisi nokta atışı yaparak tespit etmiş. ‘Aman dikkat, derine gidildikçe gaz artıyor. Grizu patlaması riski artıyor’ diye de uyarmış. Yapılması gerekenleri söylemiş. Daha ne desin? Sayıştay görevini yapmış. Bugün kibirli Saray yönetimi, Sayıştay raporlarını sansürlüyorsa, sebebi işte bu.
Şimdi biz de soruyoruz: Enerji Bakanı, Sayıştay’ın 2019’daki bu uyarı ve önerileri için, bugüne kadar acaba ne yaptı? Bakan 24 gün önce bu işletmeyi ziyaret etmişti. Bu ziyarette Sayıştay raporu hakkında neler yapıldığını sordu, inceledi mi?
Sadece Sayıştay’ın raporu da değil. Yaşamını kaybeden madencilerimizin ailelerinin de tanıklığı var. Madencilerimiz, madendeki patlama riskinin arttığını, ailelerine açıkça ifade etmiş. Koku olduğunu söylemiş. Bu işçiler, göz göre göre ölüme neden gönderildi? Enerji Bakanı, şimdi bu ailelerin yüzüne nasıl bakacak? Ortada bir görev ihmali olduğu çok açık. Bakanlık makamları ağlama makamı değildir, ağıt yakma makamları değildir. Çare bulma makamıdır. Çareyi bulamıyorsan, yapılması gerekeni yapamıyorsan edebinle çekip gideceksin.
Erdoğan, ‘Bu olaydaki ihmal, tüm boyutlarıyla açığa çıkarılacak’ dedi. Enerji Bakanı istifa etmeden, ya da Erdoğan bu Enerji Bakanını görevden affetmeden, bu laf, sadece lafı güzaftır. Boş laftır. Yaşanan faciadaki ihmalleri yetmedi. Erdoğan çıktı, büyük bir kibirle, ölenlerin ailelerine hangi kurumdan kaç lira yardım yapılacağını, ‘100 bin lira oradan, 50 bin lira da buradan gelecek’ diye, bir bir saydı. Daha cenazeler toprağa verilmeden, yapılmamış yardımı, acısı taze ailelerin yüzüne vurdu.
Sanki, ‘Aman fazla sesinizi çıkarmayın, bu kan paralarını alın, konuyu da kapatın’ demeye getirdi. Oysa milletimiz, ‘Sağ elin verdiğini sol el görmemeli’ kültüründen gelir. Bu kültürden gelen milletimizi, bu kibir derinden yaraladı. Sarayın kibirlisi için insan canının değeri bu. ‘Yüz oradan, elli buradan’, sonra, ‘Haydi Allah rahmet eylesin.’
“MADENCİMİZİN CENAZESİNDE İMAMDAN ROL ÇALDI”
Ama ayıplar silsilesi burada da bitmedi. Madencimizin cenazesinde imamdan rol çaldı, ‘İşin bir güzel yanı daha var’ diye söze başladı, vefat eden madencilerimize ve ailelerine cennet vadetti. Bu dünyayı iş cinayetleriyle emekçiler ve aileleri için cehenneme çevireceksin, sonra da onlara öteki dünyada cennet vadedeceksin. Bu ülkenin imamdan rol çalan bir Cumhurbaşkanına değil, çalışanların can güvenliğini sağlayacak yöneticilere ihtiyacı var. 20 yıldır ülkeyi yönetiyorsun ve devletin madenlerinde insanlarımız hala, tedbirsizlik ve ihmal nedeniyle kitleler halinde hayatlarını kaybediyor. Ülkemizi madenlerde yitirilen canların sayısında, dünya birincisi yapacaksın. Bu durumda yapılacak bellidir. Beceremiyorsunuz. Sorumluluğunuzu kabul edeceksiniz, hep beraber çekip gideceksiniz.
“BU UCUBE REJİM İŞÇİLERİMİZİN CEBİNDEKİ ÜÇ KURUŞA DA GÖZ DİKİYOR”
Bu ucube rejim, işçilerimizin canına kastetmekle kalmıyor. İşçilerimizin cebindeki üç kuruşa da göz dikiyor. Emekçilerimizin alın terini gasp ediyor. 2018’den beri, ‘Faiz sebep, enflasyon netice’ dedi, milletin döviz kasasını boşalttı. Paramızı pul etti. Ücret ve maaşları enflasyona ezdirdi. Emeğin milli gelirden aldığı pay, son iki buçuk yılda 10 puan birden düştü, bunların yönetiminde. Sarayın kibirlisi, 67 milyar doları emekçilerin cebinden aldı. Yandaşın, döviz baronlarının, faiz lobilerinin cebine koydu. İleride tarih ve ekonomi kitapları, bu son 20 yılı, ‘Adaletsiz 20 yıl’, ‘Kayıp 20 yıl’ olarak tanımlayacak. Bunu da biz söylemiyoruz. Türkiye’nin de üyesi olduğu, uluslararası kuruluşların verilerinden bu çıkıyor.
Uluslararası Para Fonu’nun Ekim tahminlerine göre, Türkiye’nin 2022’de, küresel gelirden aldığı pay binde 8 olacak. Oysa bu ülke daha 1980 yılında küresel gelirden binde 9 pay alıyordu. Yani az gitmişiz, uz gitmişiz, dere tepe düz gitmişiz. Bir de bakmışız ki 20 yılın sonunda 1980’nin bile gerisine gitmişiz. Yine bu tahminlere göre; 2023’te Türkiye ne milli gelirde, ne kişi başına gelirde, ne de ihracatta sarayın kibirlisinin açıkladığı 2023 hedeflerini yakalayabiliyor. Bırakın hedefi yakalamayı yarısına bile ulaşamıyor.
Erdoğan, milletimize ‘2023’te ilk 10 ekonomiden biri olmayı’ vadetmişti. Önümüzdeki yıl, bıraktık ilk 10’u, ilk 20’den düşmenin sınırında geziyoruz. Milli gelirde ülkeyi millete vadettiği gibi dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına sokmayı beceremedi. Ama Erdoğan bir şeyi becerdi. Memleketi dünyada en yüksek enflasyona sahip, ilk beş ekonomi arasına soktu. Ülkemize sığınan Suriyeliler bile, artık pahalılığa dayanamayıp ülkelerine döner oldu. Türkiye’yi pahalılıkta; iç savaşla yıkılan Suriye’den, işgal altındaki Ukrayna’dan, yaptırımlarla boğuşan işgalci Rusya’dan beter etti.
“DEVİRLERİNDE AYYUKA ÇIKAN, YOLSUZLUĞU, RÜŞVETİ VE YOKSULLUĞU, İTİRAF ETMEKTİR”
Seçim sathı mailine girdik. Ülkeyi 20 yıldır yönetenler çıkmış, ‘Yolsuzluğun, rüşvetin ve yoksulluğun olmadığı’ bir dönemin geleceğinden bahsediyorlar. Bu, ‘Şecaat arz ederken sirkatin söylemektir.’ Devirlerinde ayyuka çıkan, yolsuzluğu, rüşveti ve yoksulluğu, itiraf etmektir. Son 4 yılda, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 8, Yolsuzluk Algı Endeksi’nde 18, Dünya Mutluluk Endeksi’nde 38 sıra birden gerilemişiz. Bu verilerin bize söylediği şudur: Tek kişilik ucube yönetim, taşları bağlamış köpekleri ise etrafa salmış. Hukuk katledilince, yolsuzlukların önü açılmış. Vatandaşlarımızın hakkı olan refah ve mutluluk, bir avuç yanaşmanın kasasına kilitlenmiş. Ülkede ne huzur ne de güven kalmış.
“KULELERİNİN YANINDA POZ VEREN RÜŞVETÇİYE, BU YÖNETİCİLER ‘HAYIRSEVER’ DEDİLER”
Öyle uzun uzun analizlere, istatistiklere gerek yok. Bazen bir fotoğraf bin söze bedeldir. Bunların yolsuzlukla mücadele anlayışı işte budur. Bu dolar kulelerinin yanında poz veren rüşvetçiye, bu yöneticiler ‘Hayırsever’ dediler. Plaketler verdiler. Yetmedi. Yandaş kanallara çıkardılar. Rengini şehitlerimizin kanından alan al bayrağımızı, rüşvetçiye dekor yaptılar. Bunlar rüşvetle, yolsuzlukla mücadeleyi böyle yaptılar. O gün bu rezalete ismi karışan bakanların dosyalarının Yüce Divan’a gönderilmesi, iktidar partisine mensup milletvekillerinin, Erdoğan’ın talimatıyla havaya kalkan parmaklarıyla engellendi. Yetmedi, Erdoğan rüşvetten aklanmamış bir Bakanı, Türkiye’yi temsil etsin diye, Prag’a büyükelçi bile atadı.
Genel Başkanımız o günlerde, bu Bakanların Yüce Divan’a gitmesini engelleyen Soruşturma Komisyonu’nun AK Partili üyelerine ‘Hırsızların hamisi oldunuz’ demişti. Onlar da Erdoğan’dan aldıkları talimatla, Genel Başkanımızı utanmadan dava ettiler. Dava Anayasa Mahkemesine gitti. Geçtiğimiz hafta Anayasa Mahkemesi karar verdi. Genel başkanımız suçsuz bulundu. Anayasa Mahkemesi kararıyla, kimlerin ‘Hırsızların hamisi’ olduğu ortaya çıktı. Ve hırsızlara hamilik yapan bu düzenin elinde Türkiye, kara para cenneti oldu. Ülke dünyanın en büyük kara para aklama makinesi, kaynağı belirsiz para merkezi oldu.
“EKONOMİDE ÇOK İYİ BİLİNEN BİR KANUN VARDIR. KÖTÜ PARA, İYİ PARAYI KOVAR”
Merkez Bankası, bu yılın ilk sekiz ayında, nereden geldiği bilinmeyen döviz girişinin, 28 milyar doları aştığını açıkladı. Bu ülkede 1992’den 2011’e kadar, sıfır etrafında dalgalanan kaynağı belirsiz finansman giriş-çıkışı, 2011’den sonra sistematik bir hal almış ve artmış. Birikimli rakam, 79 milyar doları aştı. Bu paralar kimin, hırlının mı, hırsızın mı? Rüşvetçilerin mi? Ya bu paraları birden çekip götürürlerse… Milletten neyi saklıyorsunuz? Ekonomide çok iyi bilinen bir kanun vardır. Kötü para, iyi parayı kovar. Kaynağı belirsiz para girişinde rekorlar kırılıyor, kaynağı belirli para girişi suyunu çekiyor.
Kaliteli dış finansman, yani ülkede iş ve istihdam sağlayacak yabancı yatırımcılar, zaten uzun süredir gelmiyordu. Şimdi portföy yatırımları da gelmiyor. Daha önce gelen de kaçıp, gidiyor. Son 5 haftada yabancı yatırımcılar, 825 milyon dolar tutarında Devlet İç Borçlanma Senedi ve Hisse Senedini satıp çıktı. Hem de ülkede faiz lobileri abat olurken.
“BU YILIN İLK DOKUZ AYINDA BÜTÇEDEN YAPILAN FAİZ ÖDEMESİ 207 MİLYAR TL OLDU”
Bugün eylül ayı bütçe rakamları açıklandı. Bu yılın ilk dokuz ayında bütçeden yapılan faiz ödemesi 207 milyar TL oldu. Kur Korumalı Mevduat diyerek, dövize endeksledikleri mevduatlar için ödenen adına faiz denmeyen faiz ise 85 milyar lira. Bir de Dolarlı Avrolu garantilerle, milletin kesesinden, yandaşların kasasına aktarılanlar var. Bu yılın ilk dokuz ayında ‘Bir kuruş harcamadan yaptık dedikleri ballı ihaleler için ödedikleri garanti parası 19 milyar lira. Sadece dokuz ayda bu saydığım 3 kalemden milletimize çıkan fatura 311 milyar lira.
Buna karşın aynı dönemde çiftçiye verilen destek 30 milyar lira. Halk Bank’tan esnafa verilen destek 7 milyar lira. Hükümetin hatalarıyla ezdiği milletimize verilen sosyal destekler ise 31 milyar lira. Hepsini toplarsanız 70 milyar lira bile etmiyor. Faiz lobilerine, döviz baronlarına ve yandaş müteahhitlere aktarılan paranın dörtte biri bile değil. Hep söylüyoruz: Bütçe bir hükümetin tercihlerini gösterir. Bunların tercihlerinde esnaf yok. Bunların tercihlerinde çiftçi yok. Bunların tercihlerinde millet yok. Varsa yoksa, faiz lobileri, rantiyeler, yandaş beslemeler.
“SARAYIN DEZENFORMASYON YASASI, HÜKÜMETİN DEZENFORMASYONUYLA ÇIKTI”
Gırtlağına kadar yalana, rüşvete, yolsuzluğa batmış bu hükümet, şimdi bu pislikler konuşulmasın, duyulmasın diye, sansür ve istibdattan medet umuyor. İfade özgürlüğü, demokratik toplumun temelidir. Ama saray hükümeti giderayak Türkiye’yi, totaliter rejimler ligine bir adım daha yaklaştıran, görülmemiş bir sansür yasası getirdi. Yasayla ilgili Venedik Komisyonu acil görüş yayımladı. ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki, ifade özgürlüğüne aykırı’ dedi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği; ‘Keyfi, subjektif yorumlamaya ve suiistimale açık’ dedi. Bu düzenlemenin ifade özgürlüğü bakımından Türkiye’nin tarafı olduğu Uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu ifade etti. Saray ve şürekâsı ise, adına ‘Dezenformasyon Yasası’ dedikleri bu ucube düzenlemeyi Meclis’te savunmaya çalışırken, ‘ABD’lilerle görüştük, bizdeki yasayla onlardaki yasanın birebir örtüştüğünü söylediler’ diyerek, Amerikalılardan himmet umdular. Ama himmetini bekledikleri ABD, bu iddiayı reddetti. Yapılanı ‘dezenformasyon’ olarak tanımladı. Yani Sarayın Dezenformasyon Yasası, Hükümetin dezenformasyonuyla çıktı. Bu yasayı Erdoğan henüz onaylamadı. Ama şimdiden yürürlüğe girmiş görünüyor. Amasra’daki maden faciasında İçişleri Bakanlığı’nın ilk işinin patlama hakkında paylaşım yapan 12 hesap hakkında soruşturma başlatması, ‘7/24 sanal devriye faaliyetlerinin yürütüldüğünü’ belirterek millete sopa göstermesi, Saray’ın İletişim Müdürlüğünün çıkardığı bültenler, Sarayın ‘Dezenformasyondan’ ne anladığını, bu yasanın nasıl uygulanacağını şimdiden ortaya koyuyor.
“SEÇİM SÜRECİNDE CUMHUR İTTİFAKI, HAVUZ MEDYASI, TROL ORDULARI DİLEDİĞİ GİBİ SÖVECEK, SAYACAK, YALAN, YANLIŞ KONUŞACAK”
Bunların ne yapmak istediği çok açık. Seçim sürecinde Cumhur İttifakı, havuz medyası, trol orduları dilediği gibi sövecek, sayacak, yalan, yanlış konuşacak. Muhalif sesler ise, 3 yıla kadar hapisle cezalandırılacak. Bizim bu dayatma siyasetine cevabımız bellidir. ‘Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet.’ Biz bu ucube yasayı iptal istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne elbette taşıyacağız. Ancak bu iptal isteminin karara bağlanmasının, seçim sonrasına kalacağı yönünde duyumlar alıyoruz. Bu, Anayasa Mahkemesi için de büyük bir samimiyet sınavıdır. Anayasa Mahkemesi; ya seçimin adil ve güvenli olmasını ciddi bir biçimde sakatlayan, bu yasayla ilgili iptal istemini ivedilikle görüşerek, karara bağlamalı, ya da bu sansür yasasını karara bağlayana kadar, 29. maddesinin yürütmesini durdurma kararı vermelidir. Anayasa Mahkemesinin temel görevi, demokrasimize, fikir ve ifade özgürlüğüne, seçim adaletine vurulmak istenen darbeyi, bertaraf etmektir.
“DEVLET, ÜNİVERSİTE VE ÖZEL KESİM İŞ BİRLİĞİNİN NASIL YENİ ÇIĞIRLAR AÇABİLECEĞİNİ GÖRDÜK”
Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılında, siyasetin farklı damarlarından gelen altı parti, ülkemizin geleceği için bir araya geldi. Farklılıklarını bir yana bıraktı, vatanını ve milletini sevmek ortak paydasında, bir masanın etrafında buluştu. Sayın Genel Başkanımız, iktidar yürüyüşümüzün başladığı bu dönemde, dünyada bilimi, teknolojiyi ve hayatın ne yöne evirildiğini görmek, olası küresel risk ve fırsatları yerinde tespit etmek için bir dizi dış temasa başladı.
Bu çerçevede, politikalarımızın dayanağı olan bilim, araştırma, teknoloji ve evrensel değerler konusunda görüş alışverişinde bulunmak için ilk ziyaretini ABD’ye gerçekleştirdi. Bu, Cumhuriyetin ikinci Yüzyılında, bilimin ışığında ilerleme konusunda CHP’nin kararlılığını göstermektedir. Genel başkanımız, Boston’da; MİT ve Harvard gibi dünyanın en prestijli araştırmalarını yapan iki üniversitesine gitti. Bu üniversitelerde, ülkemizden oraya giden Canan Dağdeviren, Gökhan Hotamışlıgil, Zeynep Ton, Bilge Yıldız, Mehmet Toner, Asu Özdağlar, Pınar Doğan gibi önemli bilim insanlarının çalışmalarını yerinde gördü. Laboratuvarlarına kadar giderek bilim insanlarını dinledi. Daron Acemoğlu ve Dani Rodrik gibi dünyanın önde gelen iktisatçılarıyla bir araya geldi. İfade özgürlüğünün önemini, bilim insanına verilen değeri, devlet, üniversite ve özel kesim iş birliğinin nasıl yeni çığırlar açabileceğini gördük.
Washington’da ise, Genel Başkanımız, sivil toplum kuruluşlarıyla dünyadaki gelişmeleri tartıştı. Ülkemize ve bölgemize dair görüşleri dinleme imkânını bulduk. Tabi oraya kadar gidip de tanıdık bir ailenin New York’ta, Manhattan’da, ABD’nin en pahalı iş muhitindeki gökdelenine ‘Hayırlı olsun’ demeden dönülmezdi. Genel Başkanımız burada yaptığı açıklamada Anayasa değişikliğine aileyi katmak isteyen Saraya ‘New York’un en pahalı yerindeki bu gökdelen oğlunun kızına gönderdiği paralarla yapıldı. Aile konuşulacaksa, konuşulacak yer burası. Gel aileyi konuşmaya buradan başlayalım’ dedi.
Sarayın bu konuda önereceği Anayasa değişikliklerine kırmızı kartını gösterdi. Ama ne yaparlarsa yapsınlar. Bunlar milletimizin gözünden de gönlünden de düştü. Halkımız, içinde yaşadığı vahim şartların Türkiye’sine, mahkûm olmadığımız açık seçik ortaya çıktı. İnsanımız özgürlüğü, demokrasiyi, kalkınmayı, zenginleşmeyi hak etmektedir. Dünyanın her yerindeki parlak beyinlerimizle birlikte, büyük bir sıçramayı beraberce yapabiliriz. Halkımıza refahı, kalkınmayı, adil bir yaşamı sunabilecek vizyonumuz var. Cumhuriyet Halk Partisi, dünyadaki en parlak beyin gücümüzle, bu sıçramayı yapmaya muktedirdir.
Şartlar ne kadar zor olursa olsun umutsuzluğa yer yok. Karanlıktan aydınlığa hep beraber çıkacağız. Biz bu ziyaretimizle, CHP yönetiminde, çağdaş medeniyetler seviyesini aşabileceğimizi bir kere daha gördük. Bu vicdansız, bu insafsız, dediğim dedik, saray düzenini değiştirmek için, milletimizi insanca bir yaşama ve hak ettiği refaha kavuşturmak için, biz hazırız, milletimiz hazır.
“YALAN HABER ŞAMPİYONU OLDULAR”
Öztrak, açıklamalarının ardından basın mensuplarının sorularını yanıtladı.
ATV’nin, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ABD’de ziyareti ile ilgili sorusuna Öztrak, “Bu soruyu gönderenlerin her şeyden önce gazeteci olması beklenir. Böyle bir soruyu birileri ellerine tutuşturduğu anda en azından bunun doğruluğunu bir soruştururlar. Ama bu yapılan gazetecilik değildir, ayıptır. Yalan haber şampiyonu oldular” yanıtını verdi.
“GÖZLERİ O KADAR DÖNMÜŞTÜR Kİ SUÇ İŞLEDİKLERİNİN FARKINDA BİLE DEĞİLLER”
Öztrak, ASKİ’de su fiyatlarının indirilmesine ilişkin soruya ise şu yanıtı verdi:
“AK Partili belediye meclis üyelerinin suya indirim talebi iyi niyetli değil, art niyetlidir. Bir kere yaptıkları her şeyden önce suçtur. Ben söylemiyorum 4736 sayılı kanunun birinci maddesi bunu açıkça ortaya koyuyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde Cumhur İttifakı’na mensup üyelerin gözleri o kadar dönmüştür ki suç işlediklerinin farkında bile değiller. Belediyelerin gelirlerini düşürerek hizmet edemez hale getirmeye uğraşmaktadırlar. Sarayın talimatıyla belediyeyi zarara uğratarak belediyenin Ankaralılara yapacağı sosyal yardım ve hizmetlere ayrılan kaynağı kesme çabası içindedirler. Ankaralılara hizmet çabası içinde değildirler. Ne yaparlarsa yapsınlar. Belediyelerimiz tüm gücüyle çalışmaya, hemşerilerine hizmet etmeye devam edecektir.”
“MİLLETİN ARTIK BUNLARA VEREBİLECEKLERİ HİÇBİR OYU YOKTUR”
Öztrak, Fuat Oktay’ın bütçe bilgilendirmesiyle ilgili gelen bir soruya ise şu yanıtı verdi:
“Şu anda bütçede bir manevra alanı olduğunu söyleyen birçok kesim var. Ama görüyoruz ki bütçe açığı ve bu bütçe açığını kapatmak için borçlanma ihtiyacı hızla büyümeye devam ediyor. Bunun sonu yok, bu sürdürülebilir değildir. Seçim öncesinde böyle bir bütçeyle gelenler kazanmaları mümkün değil ama kafalarında seçimi eğer kazanırsak bu bütçeyi tepeden tırnağa değiştirme hülyalarıyla bu işi götürmeye çalışıyorlar. Kimse kendini arpa ambarında sanmasın. Milletin artık bunlara verebilecekleri hiçbir oyu yoktur.”
“BU YASAYA KARŞI DURANLARIN BİR ŞEKİLDE SESİNİ KESMEYE ÇALIŞIYORLARDI ŞİMDİ BUNU DAHA AÇIK YAPIYORLAR”
Öztrak, bu sabah Anayasa Mahkemesi’ndeki yeni üye yemin törenini takip edecek basın mensuplarından bazılarının listeden çıkarılması ile ilgili soru üzerine şunları söyledi:
“Şu anda bu yasaya karşı duranların daha önce bu yasa sürecinde de bir şekilde sesini kesmeye çalışıyorlardı şimdi bunu daha açık açık yapıyorlar ki, Türkiye’deki bu yasayla ilgili olan tepki daha fazla ortaya çıkmasın. Böyle bir tepki olmadığında da Anayasa Mahkemesi kendi lehlerine karar versin diye.”
Yorum Yazın