Kılıçdaroğlu: Para vermezlerse; Geri Kabul Anlaşması’nı feshedeceğiz
Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Babala TV'de Oğuzhan Uğur'un konuğu oldu. Kılıçdaroğlu, “Yolsuzluk bu ülkenin en büyük sorunlarından birisi. Şöyle bir gelenek var: ‘Çalıyorlar ama yapıyorlar.’ Çalmadan iş yapsın." dedi. Kılıçdaroğlu, “HÜDA PAR diyor ki, ‘Anayasanın ilk dört maddesini değiştireceğim.’ Biz karşıyız. Merak ettiğim, acaba Sayın Erdoğan; işbirliği yaptığına göre, aynı görüşte mi, değil mi? HÜDA PAR, ‘Türk bayrağı’ demem, diyor. Erdoğan bunu kabul ediyor mu, etmiyor mu? Ben kabul etmiyorum…" diye konuştu. Kılıçdaroğlu, “Suriyelilerin kendi ülkelerinde daha rahat edeceğine inanıyorum. Evet, Suriye’de meşru hükümetle oturacağız, anlaşacağız, buradan gidenlerin can ve mal güvenliği sağlayacağız. Eğer Avrupalılar, Suriyelilerin haklarını korumazlarsa onların evlerini, yollarını, hastanelerini yapmak için para vermezlerse; Geri Kabul Anlaşması’nı feshedeceğiz. Burası sığınmacı deposu olmayacak” dedi.
- Ege Postası
- 25.05.2023 - 08:56
- Güncelleme: 25.05.2023 - 09:08
Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Babala TV'de Oğuzhan Uğur'un konuğu oldu. Uğur’un “Nasılsınız, dinlenebildiniz mi, programa hazırlanabildiniz mi?” sorusuna, “Gelen sorulara bağlı. Herkes gönlündeki soruyu mutlaka sorsun” karşılığını verdi.
Daha sonra Kılıçdaroğlu, konuklara kısa bir konuşma yaptı. Kılıçdaroğlu, şunları söyledi:
“OKUMA YAZMA BİLMEYEN BİR ANNENİN VE İLKOKUL MEZUNU BİR BABANIN, 7 ÇOCUKLU BİR AİLESİNDEN GELİYORUM: Önce beni tanımanızı isterim. Burada soru soracaksınız. Arzu ettiğiniz her soruyu, büyük bir cesaretle sorabilirsiniz. Acaba bu soruyu sorarsak çekinir mi? Hayır, çekinmem. Burası bir ayna gibi olmak zorundadır. Sizin beni, benim de sizi tanımam lazım. Dolayısıyla ülkenin geleceği açısından, birbirimizi tanımamız açısından iyi bir sinerji yakalamak zorundayız. Önce beni tanıyın. Ben okuma yazma bilmeyen bir annenin ve ilkokul mezunu bir babanın, 7 çocuklu bir ailesinden geliyorum. 7 çocuktan üniversiteyi okuyan sadece benim. İlkokula Van’ın Erciş içesinde başladım. Tunceli’de 4’üncü sınıfı okudum. İlkokulu Bingöl’ün Genç ilçesinde bitirdim.
EMEKLİ OLDUKTAN SONRA TEKLİF ÜZERİNE SİYASETE GİRDİM: Elâzığ Ticaret Lisesi mezunuyum. Çünkü lise kayıtlarını kaçırmıştık. Babamın görev yaptığı yerde lise yoktu. Dolayısıyla ticaret lisesine kaydımı yaptığım gün, böyle bir lisenin olduğunu da keşfetmiş oldum. Ondan sonra malum, Ankara’ya, İktisadi Ticari Bilimler Akademisi’ne geldim. Zor bir sınavı kazandım. Hesap uzmanlığını sınavını kazandım. Maliye Bakanlığı’na girdim. Uzun yıllar Maliye Bakanlığı’nda çalıştım. Sonra bir yıl süreyle devlet beni Fransa’ya gönderdi. Hayatta en yüksek aldığım bir dönemdir, Fransa’da bulunduğum süre. Arkasından geri döndükten sonra teklif, öneri geldi. Maliye Bakanlığı’nda daire başkanlığı, sonra genel müdür yardımcılığı, sonra BAĞ-KUR Genel Müdürlüğü sonra Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müsteşar yardımcılığı, sonra emekli oldum. Emekli olduktan sonra teklif üzerine siyasete girdim. Kader bizi buraya getirdi. Beni tanımanız böyle.
BU NOKTAYA GELMEM, CUMHURİYETİMİZİ KURAN GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN BİZE SAĞLADIĞI FIRSAT EŞİTLİĞİ: Büyük ablam, hayatta. O da okuma yazma bilmiyor. Yaşadığımız koşullar böyle. Sıradan, rutin bir halk nasıl yaşıyorsa, bir aile nasıl yaşıyorsa o koşullarda yaşayan bir kişiyim. Bu noktaya gelmemi, açık ve net yüreklilikle ifade edeyim, Cumhuriyetimizi kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bize sağladığı fırsat eşitliği. Bu fırsat eşitliğini değerlendirerek ya da bana sağlanan imkanlar, öğretmenlerim… Hatta geçen hafta benim ortaokul öğretmenim var, Sincan’da oturuyor. Onun elini öpmeye gittim. Gerçekten de unutmamış. Bizim eski fotoğraflarımızı falan çıkarmış. Telefon etmişti, acaba ne zaman gelecek bize diye. Geçen gün 19 Mayıs’ta kendisine uğradım.
TÜRKİYE’NİN GELECEĞİNİ DÜŞÜNMENİZİ İSTERİM. KENDİ GELECEĞİNİZİ DÜŞÜNMENİZİ İSTERİM VE OYUNUZU ONA GÖRE KULLANMANIZI İSTERİM: Şimdi sizlerle beraber olmaktan son derece mutluyum. Bu benim gençlerle yaptığım ilk toplantı değil aslında. Daha önce pek çok ilde benzer toplantılar yaptım. Gençler yine arzu ettikleri soruları soruyorlardı. Ben de büyük bir samimiyetle o sorulara yanıt veriyordum. Belki ilk kez kamuya açık gençlerle bir toplantı yapıyoruz. İkincisi, şunu çok iyi bilen birisiyim. Bir siyasetçinin övgüye değil, sağlıklı ve tutarlı eleştiriye ihtiyacı var. Yeni ben eleştiriye değer veren birisiyim. Çünkü benim eksiğimi, hatamı, yanlışımı eleştiren birisi, eleştirel gözle bakan birisi görüp bana hatırlatabilir. Varsa bir eksiğimiz, yanlışımız, noksanımız düzeltmeye çalışırız. Sizden istediğim, pazar günü 28’inde sandığa gideceksiniz, vicdanınızın sesini dinlemenizi isterim. Türkiye’nin geleceğini düşünmenizi isterim. Kendi geleceğinizi düşünmenizi isterim ve oyunuzu ona göre kullanmanızı isterim. Çünkü 5 milyon 300 bin genç ilk kez sandığa gidip oy kullanacak. Türkiye’nin kaderini değiştirecek olan biz değiliz. Türkiye’nin kaderini değiştirecek olanlar sizlersiniz. O nedenle sorumluluğun, tarihin size yüklediği sorumluluğu çok iyi bilmeniz gerekir. Benden hatırlatması. Geresi sizin vicdanınıza kalmış. Sandığa gidip oy kullanacaksınız.
NE PROMPTERIMIZ VAR NE SİZİN NE SORU SORACAĞINIZI DA BİLMİYORUM: Soru yanıt, az önce de söyledim, arzu ettiğiniz, aklınıza gelen, belki televizyon izler misiniz bilmiyorum veya mitingleri şunu, bunu izler misiniz veya merak eder misiniz bilmiyorum ama aklınıza takılır belki, ‘keşke benim yanımda olsaydı da şu soruyu sorsaydım, bakalım nasıl cevap verecek’ diye. İşte şimdi karşınızdayım. Arzu ettiğiniz her soruyu sorabilirsiniz. Ne prompterimiz var ne sizin ne soru soracağınızı da bilmiyorum ama sosyal medyada her şeyi yazmışsınız aşağı yukarı. Şunu da sorun bunu da sorun diye. Bakalım, hangi sorular gelirse cevap vermeye çalışacağım.
EN ÖNEMLİ ŞEY AYKIRI DÜŞÜNCELERDİR: Bir şey daha söylemek isterim. En önemli şey aykırı düşüncelerdir. En önemli şey, insanlığı ileriye taşıyan temel güdü aykırı düşüncelerdir. Örneğin, dünya kurulalı elma hep yere düşer, ama Newton diye bir adam şu soruyu soruyor, ‘bu elma niye yukarıya gitmedi?’ Dünyanın en aykırı sorusu. Çünkü rutini görüyor, ama aksini de düşünüyor. Dolayısıyla aksi düşüneni, farklı düşüneni baştan suçlamak kadar yanlış bir şey yok. Önce onu kendi akıl dünyamızda analiz etmeliyiz. Bakmalıyız ne kadar doğru ne kadar yanlış. Yani işin biraz derinliğine, felsefesine inmemiz gerekiyor.
O KİŞİLERİN RIZASINI ALMADAN BENİM AYRINTIYA GİRMEM DOĞRU OLMAZ: Bana bu toplantıda bazen üçüncü kişilerle ilgili de sorular sorabilirsiniz. Benim zaman zaman görüştüğüm üçüncü kişilerle de sorular… Etik değerler, ahlaki değerlere çok önem veren birisiyim. O kişilerin rızasını almadan benim ayrıntıya girmem doğru olmaz. Bunu da başlangıçta ifade etmek isterim. Şununla görüştünüz, ne görüştünüz, masada ne oldu diye ayrıntıya girmem. Ancak onlar izin verirlerse o ayrıntıya girebilirim. İzin vermezlerse benim ve onun dünyasında kalan bir söylem olarak kalır.
TARİHİN YÜKLEDİĞİ SORUMLULUĞUN BİLİNCİNDE HEPİMİZ OYUMUZU KULLANMAK ZORUNDAYIZ: Tarihin bize yüklediği en ciddi sorumluluk dönemindeyiz. Her alanda sorunumuz var. Sorunsuz hiçbir alanımız yok. Dolayısıyla bu sorunlarını çözmek hepimizin ortak görevi. Tarihin yüklediği sorumluluğun bilincinde hepimiz oyumuzu kullanmak zorundayız. Eğer olursa ben de siz de mutlu olursunuz. 21’inci yüzyılda kahramanlara ihtiyaç yoktur. Kahramanlar, çok eski çağlarda kaldılar. Güzel bir Çin öyküsü şöyle anlatır, der ki Çinli bir bilge; ‘biz üç kardeştik, en büyüğümüz, abimiz, üçümüz de doktorduk, abimiz hasta geldiği gün tedavi ederdi. Öldüğü zaman, yeni bir hasta geldiğinde ancak onun öldüğünü biz fark edebildik. İkinci kardeşimiz, o da doktordu, hasta geldi, tedavi etmedi, mahalleye yayıldı tedavi etmedi, eyalete yayıldı, hastaları tedavi etti, öldüğü zaman eyalet onu kahraman ilan etti. En küçüğümüz, en uyanığımız, hasta geldi tedavi etmedi, mahalleye yayıldı, eyalete yayıldı tedavi etmedi, bütün Çin’e yayıldıktan sonra hastalığı tedavi etmeye başladı. Öldüğünde Çin onu ulusal kahraman ilan etti.’
ŞİMDİ HER SANİYEDE BİRDEN FAZLA BULUŞ VAR: Şimdi 21’inci yüzyıl, aklın ve mantığın, bilginin, birikimin, liyakatin, erdemin, hukukun egemen olduğu bir çağdayız. Bu çağda, işi ehline, işi bilene teslim etmek gibi dünyayı keşfetmek, merak duygularımızı büyütmek gibi bir sürecin içindeyiz. İnsanoğlu, tekerleği bir milyon yılda keşfediyor. Ama şimdi her saniyede birden fazla buluş var. Dolayısıyla içinde yaşadığımız çağı, Türkiye’nin yakalaması; kendi bölgesinde de Kafkaslarda da Ortadoğu’da da Afrika’da da bölgenin en güçlü ülkelerinden birisi haline gelmesi lazım. Bunu sağlayacak olan sizlersiniz, ben değilim. Yeni kahramanlara ihtiyacımız yok. Akla, bilgiye, bilime, inanca buna ihtiyacımız var. Bunu yaptığımız andan itibaren pek çok sorun kendiliğinden çözülmüş olur.
GOEBBELS TAKTİĞİYLE HER TÜRLÜ YALANI SIK SIK TEKRAR EDEREK GENİŞ KİTLELERİ İKNA EDEBİLİRSİNİZ: Goebbels diye bir adam var. Duyanınız var mı? İkinci Dünya Harbi’nde yalanlarıyla meşhur ve bütün Almanya’yı yönelten bir anlamda kendisine göre önemli bir kişi ve dolayısıyla Goebbels taktiğiyle her türlü yalanı sık sık tekrar ederek geniş kitleleri ikna edebilirsiniz. Buna, evinize gittiğinizde, internete girdiğinizde Goebbels diye yazın, çok güzel önünüze, Goebbels’in ne olduğu bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkacak.
Kılıçdaroğlu açıklamalarının ardından, katılımcıların sorularını yanıtladı. Kılıçdaroğlu, şu mesajları verdi:
“BEN GİDİP DE BEN ADAYIM DEMEDİM: Az önce Çinli bilgenin öyküsünü anlattım. Biz yeni bir değişime hazırlık yapmak zorundayız. Bu yeni değişimin aktörleri çok daha farklı. Yani tek bir kişiye, devleti teslim etmemek… Bir geniş bant içerisinde bir araya gelen, farklı düşüncelerdeki insanların Milli Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiye nasıl yeniden inşa edildiyse Türkiye’nin yeni bir inşa sürecini başlatmak zorundayız. O nedenle ben gidip de ben adayım demedim. Onun altını özenle bir çizeyim. Ama beraber olduğumuz diğer liderler adaylık konusunda sizin olmanız gerekir diye bir düşünce ifade ettiler. Olabilir veya olmayabilir. Burada önemli olan şu; siz Türkiye’nin sorunlarını tek başınıza değil, beraber aşmak zorundasınız. Ben ilk Altılı Masa toplantısı, bizim Ahlatlıbel’de yapıldığında, yaptığım konuşma şuydu; ‘Tarihin bize yüklediği ağır bir sorumluluk var. Türkiye’de demokrasi tehlikede. Türkiye’de gençler gelecekten umutsuz vaziyette. Ekonomide çok ciddi sorunlar var. Dolayısıyla pek çok sorun toplamda büyük bir karamsarlık havası yaratıyor. Biz tek başımıza CHP olarak 400 milletvekili çıkarsak dahi ülkenin yönetiminde sorunlar her zaman olabilir diye. O nedenle beraber ve birlikte sorunları aşmak zorundayız. İşin özü bu.
BANA TOGG’U ANLATTILAR, HANGİ YATIRIMLARI YAPACAKLARINI ANLATTILAR. BENDEN DESTEK İSTEDİLER. TABİ, SON DERECE MUTLU OLURUZ DEDİM: TOGG, henüz daha başlangıçtayken TOGG’un Genel Müdürü çok nitelikli birisi. Almanya’da bu konuda yetkin olarak çalışan ve güven veren birisi. Geldi bana TOBB Başkanı ile geldiler. Bana TOGG’u anlattılar, hangi yatırımları yapacaklarını anlattılar. Benden destek istediler. Tabii dedim, siz bunu yaparsanız bundan son derece mutlu oluruz. Ama bunu çıkıp ben televizyonlarda anlatmadım. Çünkü anlatacak bir şey yok. Geldiler, yatırım yapmak istiyorlar. Ben de yatırım yaptıkları takdirde son derece mutlu olacağımı söyledim. Hiçbir zaman hayatımın hiçbir döneminde de vay efendim niye TOGG yapıldı diye bir cümle kullanmadım. Tam tersine kim yaptıysa ona şükran borçluyum.
Teknoloji açısından doğru, tümüyle yüzde 100 yerli değil. Zaten yüzde 100 yerli olan bir şey artık dünyada yok. Neden, çünkü siz eğer bir yatırım yapıyorsanız, yaptığınız yatırımın belli parçalarını en kaliteli ve en ucuz hangi ülkede üretiyorsanız orada üretirsiniz. Amerikalı F-35’i yapar ama gelir bir parçasını Türkiye’den bir parçasını İngiltere’den… Bunların hepsini yaparlar. Dolayısıyla TOGG bizim açımızdan Türkiye açısından da son derece önemli. TOGG ile ilgili hiçbir zaman negatif bir cümle kullanmadım. Tam tersine kim yaptıysa teşekkür ettim. Teşekkür etmek de benim görevim. Kaldı ki hem üretiyorsunuz hem istihdam yaratıyorsunuz. Eğer ihracat yaparsanız ve ülkeye dolar kazandırırsanız çok daha mutlu olurum. Bu bir özel sektörün yaptığı yatırım. Özel sektör yatırım yapıyorsa niye karşı olalım. Akıl var mantık var.
TEKNOFEST’LERE DE KATILDIM: İkincisi, ben sadece TOGG değil Teknofest’lere de katıldım. Gençlerle beraber oldum. Olağanüstü gençler var. Niye gitmeyelim. Oralar bir partinin değil. Buralar hepimizin. Bir fabrika kurulmuş, gider gezersiniz. Ben size bir şey daha anlatayım. Bir gün Dünya Gazetesi, Türkiye’nin tek ekonomi gazetesidir, bir pazar okurken baktım, Bursa’da bir firmanın çip ürettiği yazılı. İnanamadım. Arayın dedim, fabrikanın genel müdürü arandı. Ya siz gerçekten Türkiye’de çip üretiyor musunuz? ‘Evet’ dedi. Peki ben gelsem acaba fabrikanızı gezebilir miyim? ‘Tabi’ dediler. Bursa’ya gittiğimde fabrikaya gittim. Olağanüstü güzel bir fabrika. Müthiş, iyi eğitim almış, Türkiye’nin güzel okullardan mezun olan kadroları var. Onlar bize bütün ayrıntıları anlattılar. Daha sonra özel bir bölümde savunma sanayinin istediği bir üretimle ilgili sadece beni bilgilendirdi. Diğer arkadaşları dışarı çıkararak. Türkiye’de bu firmalar var. Biz bu firmalara karşı değiliz. Böyle bir şey zaten akla, mantığa aykırı. Tam tersine yapsınlar, her türlü desteği veririz.
Bizim bir şansızlığımız var. Kim negatif bir şey kullanırsa bunu CHP söyledi diyorlar. Halbuki biz söylemiyoruz. Birisi yazıyor, birisi söylüyor; o söyleyince siz söylediniz. Ya biz söylemedik. Niye söyleyelim. Akıl var mantık var. Birisi eleştiriyor, gazeteci eleştiriyor. Bir televizyon yorumcusu eleştiriyor. Vay bunu CHP söyledi. Ya söylemedik. Niye söyleyelim. Bir soru daha var, yatırımlara niye destek vermiyor gibi görünüyorsunuz. Eğer yatırım iyi planlanmışsa ve savurganlığa yol açmıyorsa o yatırıma hepimize destek vermesi lazım. Ama benim vergilerimle birileri kazansın diye, onlara başka işler yaptırıyorlarsa biz ona karşıyız. Örnek… Zafer Havaalanı. Kütahya’da. Siz oraya 42 milyar dolar para ödeyeceksiniz rakamı yanlış hatırlamıyorsam. Uçak inmiyor oraya. Yazık değil mi bu ülkeye yazık değil mi bizim vergilere. Oraya yapacağına bir yerde fabrika yapabilirdin. İnsanlar çalışabilirdi. Biz gereksiz ve kaynak savurganlığına yol açan yatırımlara karşıyız. Onun dışında niye yatırımlara karşıyız.
NE YOLA NE KÖPRÜYE NE TÜNELE, KARŞI DEĞİLİZ: Bir şey daha söyleyeyim. Yol yaptık, köprü yaptık niye karşısınız… Hayır efendim ne yola ne köprüye ne tünele karşı değiliz. Ama şunu öğrenmek istiyoruz, benden vergi alıp bunu yapıyorsan bunu kaça yaptın ben bunu öğrenmek zorundayım. Eğer ben bunu öğrenemezsem ben ödediğim verginin hesabını nereden soracağım. Demokrasilerin çıkış kaynağı, vatandaşın ödediği verginin siyasal iktidar tarafından hesabının verilmesidir. Demokrasi budur. Hem benden zorla vergi alıyorsun, ‘ben istediğim gibi harcarım.’ Olmaz efendim. Dünyanın her tarafından harcanan vergiler nereye harcanmışsa bedeli gösterilir, biz de gideriz onu öğreniriz. Onun dışında yatırımlara karşı değiliz.
YÜKSEL TAŞKIN, ASLA KEMALİZM’İ BİR IRKÇILIK OLARAK TANIMLAMAMIŞTIR, TANIMLAMAZ DA ZATEN: Yüksel Taşkın, asla Kemalizm’i bir ırkçılık olarak tanımlamamıştır, tanımlamaz da zaten. Mümkün değil. Zaten olsa bizde yer almaz. CHP’yi kuran Gazi Mustafa Kemal. Burası CHP. Sıradan bir parti değil burası. Burası dünyanın en köklü partilerinden birisidir. Bizim partimize gelecek, partimizin yönetim kurulunda görev alacak. Ondan sonra kalkacak Kemalizm, ırkçılıktır diyecek. Bağlamından koparılarak bunlar zaman zaman yayılır. Sosyal medya söylenir. Bazı haberlerin nasıl olduğuna dair örnek vereyim. Papa, Amerika’ya gider. New York’a iner, uçaktan iner. Gazeteci sorar, ‘Efendim, genelevi ziyaret edecek misiniz?’ O da ‘Burada genelev mi var’ diye sorar. Ertesi gün gazetelerin manşeti ‘Papa, New York’a iner inmez sordu, New York’ta genelev var mı diye.’ Şimdi siz haberleri böyle yorumlamayın. Gazeteci haberi okunsun diye başlığını değiştirir. Ben buna benzer binlerce haberle karşılaştım. Dediğim gibi tek isteğim derinlemesine bakın. Açın telefonu Yüksel Taşkın’a, ‘sen bunu niye yazdın’ diye sorun. Bunların hiç birisinden Yüksel Taşkın’ın kaçınacağı yok.
Taraf Gazetesi yayın yapıyordu, Taraf Gazetesi’nde çok kişi yazı yazıyordu. Hala bugün, yazı yazan pek çok kişi sosyal medyada değişik gazetelerde görev yapıyorlar. Taraf Gazetesi, bana göre o dönem toplumu ajite eden, Erdoğan’a koşulsuz destek veren bir gazeteydi. Ama gazeteciyi farklı düşünmek lazım. Gazeteci daha özgür bir ortamda yazar. Ha dersiniz ki o gazetede yazmasaydı. Eğer bilseydi ki o gazete, FETÖ’nün yayın organıdır, belki yazmazdı. O dönem herkes FETÖ’yü el üstünde tutuyordu, biz karşı çıkıyorduk, bu yanlıştır diyorduk. Burada başka bir şeyler var diyorduk. Araştırma istiyorduk, Meclis’te kürsüye çıkıyorduk. Kürsülerde eleştiriyorduk. Dolayısıyla bütün bunların hepsini yapıyorduk. Dolayısıyla Yüksel Taşkın ile gidebilirsiniz, oturabilirsiniz, hatta arzu ederseniz ben sizi yan yana getirebilirim. Oturun, kahvesini için. Son derece kibar, naif bir arkadaşımız. Akademik kimliği olan, gerçekten bize katkıları olan, sosyal politikalara bakan, yoksullukla ilgili son derece önemli projeleri olan bir akademisyen aynı zamanda. Kendisini böyle düşünmenizi isterim.
TERÖRİSTLERİN CHP’Yİ VEYA MİLLET İTTİFAKI’NI DESTEKLEYİN DİYE AÇIKLAMA YAPMASI KİMİN İŞİNE YARAR: Herhangi birisinin, Kandil’deki teröristlerin CHP’yi veya Millet İttifakı’nı destekleyin diye açıklama yapması kimin işine yarar? Hiç düşündünüz mü? Negatifini ve pozitifini beraber düşünmek lazım. Oradakileri kim konuşturuyor? En son Salih Müslim konuştu. O da destek verdi. Niye konuşuyorlar? Hangi gerekçeyle bunları kim konuşturuyor? Bunların iyi analiz edilmesi lazım.
Sırrı Sakık… Bizi destekleyecekmiş. Sırrı Sakık bize hangi desteği verecek? Nasıl bir destek verecek bize? Biz devletin derinliklerinde nelerin döndüğünü, kimlerin kimlere hizmet ettiğini, kimlerin nasıl, hangi gerekçelerle konuştuğunu gayet iyi biliriz. Çünkü bu ülkede hala, ülkesini seven, son derece dürüst, namuslu bürokratlar var. Onlar bize bilgileri getirirler. Kimin ne olduğunu ne olmadığını biz gayet iyi biliriz. O açıdan hiç endişe etmeyin.
MAHKEMEYE GİTTİNİZ, MAHKEME BERAAT KARARI VERDİ, OLSUN DİYORLAR, ‘YİNE İÇERİDE TUT, BİR SUÇ DAHA UYDURUN’: Osman Kavala, Demirtaş… Size bir haksızlık yapıldığını düşünelim. Polis geldi, sizi aldı. Birisi kızmış size, diyelim ki bir bakan size kızdı, ‘beyler bunu alın, içeri atın.’ Aldılar, tutukladılar, savcıya talimat verdiler, hapse attılar. Mahkemeye gittiniz, mahkeme beraat kararı verdi. Ama hala iş bitmiş değil. Olsun diyorlar, ‘yine içeride tut, bir suç daha uydurun.’ Bu adalet midir? Eğer Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı var ve bu karar uygulanmıyorsa, eğer Anayasa Mahkemesi kararı var ve bu karar uygulanmıyorsa ve kararlar uygulanmadı diye ben sessiz kalıyorsam, o zaman ben niye siyaset yapıyorum. Eğer Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararı en alttaki mahkeme ben bu kararı uygulamayacağım diyor. Anayasa gayet açık. Her organı bağlar diyor Anayasa Mahkemesi kararı. TBMM’yi de bağlar. İptal ettiği bir yasa varsa biz Anayasa Mahkemesi’nin istediği şekilde değiştiriyoruz. Ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararını uygulamıyorsun, Anayasa Mahkemesi’nin kararını uygulamıyorsun, sonra dönüyorsun bana diyorsun ki bunlar niye serbest kalıyor, sen bunları niye söylüyorsun diye. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Bunu asla unutmayın.
KORO HALİNDE ‘VAY EFENDİM SEN FETÖ’CÜSÜN.’ YA ARKADAŞ, BEN ÇOCUĞUN HAKKINI SAVUNUYORUM: Yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını hep istedim. Anayasa 138. Yargı tarafsız ve bağımsız olmalı. Yargı, yasalara, hukuka ve hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre yargı karar vermeli. Talimatla bir hâkim karar verirse olmaz. Dolayısıyla adaletsizlik varsa bir yerde kim olursa olsun… Bana oy vermemiş kişilere de gittim. Haksızlık varsa burada bir haksızlık var dedim. Bunu düzeltin dedim. 16 Temmuz, darbe girişiminden sonra bir kadın öğretmeni tutukladılar. Olabilir. Gözaltına aldılar FETÖ’cü diye. Karakola götürdüler. Ama bu yeni doğum yapmış, çocuğun anne sütüne ihtiyacı var. Dedim ki bu çocuğun anneye gönderilmesi ve en azından belli aralıklarla bu çocuğun anneye götürülüp anne sütünü emmesi lazım. Koro halinde ‘vay efendim sen FETÖ’cüsün.’ Ya arkadaş, ben çocuğun hakkını savunuyorum. Bu çocuk yeni doğdu ve bu çocuğun anne sütüne ihtiyacı var. Ve çocuğu belli aralıklarla götürürsünüz, anne sütünü emer, çocuğu alır eve getirirsiniz. Zaten çocuğun nezarette kalacak hali yok. Kıyameti kopardım bütün suçlamaları göze alarak. 16 Temmuz diyorum, 15’in üzerinden bir gün geçtikten sonra. Şimdi ben haksızlık mı yaptım. Yani ben adaleti savundum diye kötü bir insan mı oldum. Benim hedefim ve ilkem şu; nerede bir haksızlık varsa ve haksızlık nereden gelirse gelsin kimden gelirse gelsin haksızlığa karşı hepimizin ortak tavır alması lazım.
MAHKEME KARAR VERDİ. KARARIN GEREĞİNİ NİYE YAPMIYORSUNUZ DİYE SORUYORUM: Hukuk devletinde yaşıyorsak herkes benim gibi düşünmek zorunda değil, ama burada bir yanlış varsa, arkadaş burada bir yanlış var, bu yanlışı bir düzeltin dememiz lazım. Osman Kavala yargılanır… Yargılanır, hiç itirazım yok. Selahattin Demirtaş… Niye yargılanıyor diye sormuyorum. Ya arkadaş, mahkeme karar verdi. Kararın gereğini niye yapmıyorsunuz diye soruyorum. Bu mahkemeyi niye yok sayıyorsunuz diye soruyorum. Siz kararı uygulamayan hâkimi bir de terfi ettiriyorsunuz. Niçin? Siyasi otoritenin, sarayın dediğini yaptı diye.
CHP’Yİ YÖNETMEK, TÜRKİYE’Yİ YÖNETMEKTEN DAHA ZORDUR: ‘CHP içerisinde bir kesim beni aday gösterdi. Dolayısıyla ben kazanamayayım, Genel Başkanlıktan ayrılayım’ diye. Böyle bir şey yok. Bunu büyük bir samimiyetle söylüyorum. Nedeni de şu, CHP bildiğiniz gibi bir parti değil. CHP’yi yönetmek, Türkiye’yi yönetmekten daha zordur. CHP’de herkes düşüncelerini çok özgürce ifade eder. Biz CHP’de sen şöyle konuş, sen şöyle konuş, sen şöyle dur diyemeyiz. Bizim MYK toplantısında kalkarlar Genel Başkan da dahil olmak üzere pek çok konuda eleştiriler yaparlar. Parti, kimliği oturmuş dünyanın en köklü en eski partilerinden birisi. Düşünceler rahatlıkla ifade edilir. Bana yönelik bir eleştiri gelirse süre de tanımam. Sonuna kadar anlatır. Bizim dünyaya bakışımız böyle. Dolayısıyla CHP’ye yönelik; kendi içinde bir komplo falan, bunlara inanmayın. Yani birileri düşünebilir ama böyle bir şey yok. Çünkü, bizden birisi kalkar, kurultay yapar gelir genel başkanlığa aday olur.
GENEL BAŞKANLIK AKLIMIN UCUNDAN BİLE GEÇMEZDİ: Ben siyasete davet üzerine geldim. Parlamento’da görev yaptım. İlk geldiğimde Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu’nda görevliydim. Sonra Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi oldum. Sonra beni Grup Başkanvekili yap dediler. Kabul etmedim Grup Başkanvekilliğini. Zorla Grup Başkanvekili olacaksın dediler. E peki olur dedim… Genel Başkanlık aklımın ucundan bile geçmezdi. Gazeteler, televizyonlar… Sen nasıl olmazsın? Sonra parti örgütleri geldi. Sen genel başkan ol dediler. E sonra Genel Başkan olduk. Olay budur. Dediğim gibi bu parti, diğer partilere benzemez. CHP, köklü gelenekleri olan, eleştiriye saygı duyan… Böyle bir partidir. Her alanda otururuz, tartışırız.
SMA’LI ÇOCUKLARIN SORUNLARINI ÇÖZECEĞİM: SMA hastalarının ilgili kurum tarafından karşılanması lazım. Yahu fakir fukaranın çocuğu bu hale mi gelir? Ben söz verdim onlara Allah nasip eder Cumhurbaşkanı seçildiğimde ilk çözeceğim sorunlardan birisi budur. SMA’lı çocukların sorunlarını çözeceğim. Burada biliyorsunuz bir sorun var. Biliyorsunuz evlenmeden önce gidiyorlar, bir sağlık raporu alıyorlar. O sağlık raporu alınırken kan testi yapılabilirse potansiyel olarak SMA’lı çocuklara sahip olabileceği ortaya çıkabiliyor. Bunu söyledik yapın diye. Yapmadılar. Mansur Başkan Ankara’da başladı. Sonra diğer belediye başkanlarımız da…
TOGG DA BİR DÜNYA MARKASI HALİNE GELİRE, SON DERECE MUTLU OLURUM: TOGG’u hiç eleştirmedim. Otomobil yapmak değil, otomobil satmak önemlidir, diye. Devrim Otomobili yapıldı. Diğer otomobiller var. Bütün mesele, bunları; bir dünya markası haline getirebilmekti. TOGG da bir dünya markası haline gelire, son derece mutlu olurum. TOGG’u gezmek istedim, ama bana şunu söylediler: ‘Mustafa Varank olmadan gezemezsiniz.’ Ne demek? Sen ortağı değilsin, kurucusu değilsin. Beni orada niye gezdirsin. Beni orada gezdirecek olan, fabrikanın genel müdürü, mühendisi…
DİYARBAKIR ANNELERİNİ ZİYARET ETTİM: Diyarbakır Annelerini, öğretmenevinde ziyaret ettim. Ben sadece Diyarbakır Anneleri değil… Cumartesi Anneleri de… Anneler, annedir. Ben bunu Meclis kürsüsünde de ifade ettim. Annelerin sorunu varsa, annelerin sorunları ile ilgilenmek gerekiyor. Elbette ki hiçbir anne, evladının dağda olmasını, teröre bulaşmasını istemez. Annelerin bu duyarlılığını kabul etmemiz ve onların bu duyarlılığına tercüman olmamız gerekir.
BİZİM ANLATIMIMIZ İLE SİZE ANLATILANLAR ARASINDA DÜNYA KADAR FARK VAR: (Atatürk Havalimanı’nı tartışması) Havaalanını vereceğim diye bir şey yok. Orada uzay sanayi ile ilgili… Söylediğim şirket, daha önce Sayın Erdoğan’ın davet etti, kendisi ile konuştu… Sözleşmeler yaptı; 40 ve 69 kişilik uçaklarla ilgili sözleşmelerin imzalandığı, sonra bunların iptal edildiğini biliyorum. Bunlar iki Türk, karı koca, 2 milyar dolarlık servetleri var. Uzay sanayi konusunda, dünyada Elon Musk’tan sonra en önemli kişisi. Türkiye’de fabrikaları var. Türkiye’den kopmuş değiller bunlar. Bizim anlatımımız ile size anlatılanlar arasında dünya kadar fark var. Bu konuyu bana Türkiye’de araştırma yapan ciddi bir akademik kadro getirdi. Biz uzay sanayi konusunda Türkiye’yi büyütmek ve bu konuda geliştirmek zorundayız… (Şirketin, CIA ile bağlantısının tespit edildiği iddiası üzerine) Kim tespit etti? Teknoloji firmaları dünyanın her tarafından sipariş alabilirler. Bizim Milli İstihbarat Teşkilatımız da dünyanın her tarafından sipariş almıyorlar mı? Alıyor. Bir çip üretirsiniz, dünyanın her tarafına satarsınız. Bunlar ticari kuruluşlar. Yüksek teknoloji ürettiğiniz zaman dünyada söz sahibi oluyorsunuz. Eğer biz bu insanları Türkiye’ye getirip, gel arkadaş bu yatırımları yap sana her türlü imkânı sağlayacağız dediğimiz anda, uzay sanayi konusunda bize destek veriyorlarsa… Bunlar bu toprakların insanları. Kimsenin itiraz ettiği yok, sadece siyasi iktidar itiraz ediyor.
DEMOKRASİDEN AYRILMAYACAĞIZ, KURAL BU: Demokrasiyi istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Belde halkı bir belediye başkanı seçti. Bu belediye başkanı suç işleyebilir. Delilleri toplarsınız, mahkemeye verirsiniz. Yargılanır, mahkûm olur. Böyle olmazı lazım… Diyorsunuz ki, ‘Belediyeler, para veriyorlar; bu paralar Kandil’e gidiyor…’ Yakalasana, savcının önüne çıkarsana, adamı rezil etsene, belediye başkanının rezil etsene. Atarsın hapse, o zaman kimse bir şey demez. Demokrasiden ayrılmayacağız, kural bu. Demokrasi hepimiz için var. Savcı var, istihbarat örgütleri var. Yakalarsınız, gözaltına alırsınız, ifadesini alırsınız, belgelersiniz, savcı alır mahkemeye çıkarır. Bir tek Allah’ın kulu da sen niye mahkûm oldun demez. Bu kadar basit. Demokrasi; işin özü budur.
DAYISI OLAN ÇIKIYOR, DAYISI OLMAYAN İÇERİDE KALIYOR Türkiye’nin yaşadığı temel sorunlardan biri adaletsizlik. Biz bir araştırma komisyonu kurduk. Bütün cezaevlerini gezdiler. Mağdur insanlarla karşılaştılar. Örneğin; tuvalete tek başına gidemeyecek yaşlı birisi… Uzun süredir cezaevinde kalıyor… Dayısı olan çıkıyor, dayısı olmayan içeride kalıyor. İşin özü adalettedir. Adaleti sağladığınız andan itibaren; savcı görevini yapacaktır, yargıç görevini yapacaktır. Varsa bir yerde haksızlık, hukuksuzluk düzeltilmesi gerekir. Bütün mesele şu: Adaleti sağlamak zorundayız. 85 milyon insan adalete susamış vaziyette. Sadece hapishanede değil, sokakta da adaletin olması lazım. Hayatın her alanında adaletin olması lazım. Adaletsiz bir dünyada yaşıyoruz şu anda. Uyuşturucu baronlarının ellerini kollarını sallayarak, hapishanelerden çıktıklarını biliyorum. Milletin soyanların nasıl gezdiklerini biliyorum. Rüşvet alan milletvekilinin Meclis’in Genel Kurulu’na; sanki hiçbir şey yapmamış gibi girdiğini biliyorum. Ama bunların düzelmesi lazım. Hâkim; hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre karar verir…
İSTER ALSINLAR İSTER ALMASINLAR: Vizenin kalkması ile ilgili olarak, onlar karar alacaklar. Ama bizim insanımız, üçüncü sınıf demokrasiyi değil, birinci sınıf demokrasiyi hak eden bir toplumuz. Neden üçüncü sınıf bir demokrasi olsun? Kanada’da, Japonya’da, Almanya’da, Hollanda’da hangi demokratik kurallar varsa, biz de kendi ülkemize getirelim o demokratik kuralları. Türkiye bütün bunların hepsini yapabilir, o kapasiteye sahiptir. Vize vermezse ne olacak? Biz onlara bel bağlamıyoruz. Dönüp şunu söylemeliyiz, ‘siz sözünüzü tutmayan kişilersiniz, sizin etik değerleriniz doğru değil, millete ders vermeye kalkıyorsunuz ama, aslında görevinizi yerine getirmiyorsunuz’ diyebilmeliyiz. AB’nin bütün standartlarını yaptık, bizi alırlar mı, almazlar mı? İster alsınlar, ister almasınlar. Hiç umurumda değil. Türkiye bu bölgenin dominant ülkesi olmak zorundadır. Bizim bir hayalimiz var. Bütün Akdeniz havzasının en güçlü ülkesi haline getireceğiz Türkiye’yi. Vize kalkacak, kaldırmak zorundalar. Dünyaya meydan okuyan bir Türkiye istiyorum ben. Bilgisiyle, birikimiyle, üretimiyle… Bunu yaptığınız zaman Türkiye büyüyecektir.
KİMSEYİ GÖZ ARDI ETMEK İSTEMEDİK: CHP, tek başına 400 milletvekili çıkarsa dahi; Türkiye’yi birlikte yönetme sürecini başlatmak zorundayız. Türkiye’nin yıpranan her kurumunun yeniden inşa edilmesi lazım. Yüzde 1’lik, 5’lik değil; Türkiye’nin geleceğini düşünerek bir inşa sürecini başlattık. Biz kimseyi göz ardı etmek istemedik.
KADININ KILIK KIYAFETİ İLE UĞRAŞILMAZ: Hayatlarımızın evreleri vardır. İnsanoğlu, sürekli gelişen, düşüncelerini daima geliştiren kişidir. Sabit tuttuğunuz zaman siz asla büyüyemezsiniz. Sorunları çözmek için kapasitenizi öldürmüş olursunuz… Artık helalleşmemiz lazım. Helalleşme ne demektir? Benim kusurum var, kabahat bana ait, gelin helalleşelim. Başörtüsü sorununu çözmek için ilk sözü; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayıyken, Okmeydanı’nda büyük bir mitingimiz yapılmıştı, ben bu sorunu çözeceğime dair söz vermiştim. Yusuf Ziya Özcan, YÖK Başkanıydı. Kendisini aradım, dedim ki, başörtülü kızları neden üniversiteye almıyorsunuz? ‘Siz karşısınız’ dedi. Ben karşı değilim, dedim. Başörtüsü konusunda karnemizin kırık olduğunu, ben şimdi söylemiyorum, burada. Ben bunu gittiğim her yerde ifade ediyorum. Orada bir hatamız var. Kadının kılık kıyafeti ile uğraşılmaz. Kadın istediği gibi giyinir. Kadının başka sorunu varsa, çözümü siyaset kurumuna düşüyorsa; siyaset kurumu o sorunu çözebilmelidir.
ÇALMAYAN AMA İŞ YAPAN İNSANLARI GETİRMEMİZ LAZIM: Kamuda, emekli olduktan sonra; bir sivil toplum örgütünün başkanlığını yaptım: Vatandaşın Vergisini Koruma Derneği Başkanı. Vergi ödeyenlerin haklarını korumak gibi bir görevi, emekli olduktan sonra, gittim derneğin başkanlığı yaptım. Ülkedeki bütün yolsuzluk dosyalarını açtım. Ondan sonra bana CHP’den teklif geldi. Tamam, dedik. Dengir Mir Mehmet Fırat ile ilgili de elime bir belge geldi. Önemli bir miktar paranın kullanıldığı vardı. Bu belgeye inanmadım, güvenmedim. Beni açığa düşürebilirlerdi. Mahkeme dosyasından, o belgeyi buldum. Bunu kamuoyuyla soru sorarak paylaştım. Daha sonra büyükelçi olarak atanan AK Parti milletvekilinin aldığı rüşvet ile ilgili belgeyi açıkladım. Bu belgeyi bana bu ülkeyi seven insanlar verdiler… Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı… Geldi o da, terler içinde kaldı. Kul hakkı yiyenden birisinin hesap sorması lazım. Devleti soyuyorlar, biz seyirci kalacağız. Seyirci kaldığın zaman çok makbul bir insan. Niye seyirci kalıyoruz? Yolsuzluk bu ülkenin en büyük sorunlarından birisi. Şöyle bir gelenek var: ‘Çalıyorlar ama yapıyorlar.’ Çalmadan iş yapsın. Dükkanınız olsa, kasayı soyan adamı ertesi gün kovarsınız. Soymayan, çalmayan ama iş yapan insanları getirmemiz lazım. Bunun yolunu açan AK Parti, AK Parti’de bunlar olunca, ben bunları gündeme getirdim…
CUMHURBAŞKANLARI FAZLA KONUŞMAZ; AZ KONUŞUR, ÖZ KONUŞUR: Cumhurbaşkanlığı makamı, devletin sigortasıdır. Allah nasip eder seçilirsem, ben hiçbir zaman ayrımcılık yapmam. A partisi, B Partisi olur mu? Bu ülkenin bütün vatandaşlarını kucaklamak zorundasınız, bütün vatandaşlarına hizmet etmek zorundasınız. Cumhurbaşkanları fazla konuşmaz; az konuşur, öz konuşur. Türkiye’nin buradan çıkması lazım. Olay bir sistem olayı. Bu sistem böyle devam ederse sonu felaket. Demokrasilerde denetimsiz hiçbir alan yoktur. Her alan denetlenir. O yüzden güçler ayrılığı diyoruz. Ana hedefimiz bu.
100 BİN ÖĞRETMEN ATAMASINI, 2023’ÜN SONUNA KADAR AŞAMA AŞAMA BUNLARI YAPACAĞIZ: Bir toplumda, öğretmenlere gerekli değerli verilmezse o toplumun ilerleme şansı yoktur. Öğretmen; ay başını nasıl getireceğim diye düşünüyorsa öğrencilerine gerekli zamanı ayıramaz. İki şey yapacağız: Hakimler ve savcılar için nasıl ayrı bir yasa varsa, öğretmenler için de ayrı bir yasa olacak. Öğretmenleri, Devlet Memurları Kanunu’ndan ayıracağız. 24 Kasım Öğretmenler Günü, birer maaş ikramiye vereceğiz. Hiçbir öğretmen, yoksulluk sınırının altında maaş almayacak. Öğretmeni baş tacı yaparsanız, o toplum büyür. Taban aylık, yoksulluk sınırı. Bu yasa çıkacak. 100 bin öğretmen ataması yapacağız. Bütün köy okullarını yeniden açacağız. Bu, kırsalın ayakta kalması demek. Bunun size sözünü veriyorum. 100 bin öğretmen atamasını, 2023’ün sonuna kadar aşama aşama bunları yapacağız.”
Kılıçdaroğlu, yayının bir bölümünde; CHP yöneticilerinin ön sıralarda oturduğunu belirterek, programın sunucusu Oğuzhan Uğur’a; “Patron bir şey söyleyeyim mi? Bizim arkadaşlar kalksalar da gençler şu koltuklara otursalar. Daha şık olacak” dedi ve CHP yöneticileri yerine ön sıralara gençler oturdu.
Kılıçdaroğlu, yayında şu mesajları verdi:
“TÜRKİYE’NİN BU CENDEREDEN ÇIKMASI LAZIM: Gençlerin kabul gören bir yaşı var. Bu yaşı esas alacağız. Bu bizim Siyasi Partiler Yasası’nda da var. 30 yaş ve altı. ÖTV’yi kaldıracağız. Öyle bir tablo var ki Türkiye’de, bugün bir genç asgari ücretle yaşamı boyunca asla araba sahibi olamayacak. Öğretmen ve memur da aynı şekilde. Türkiye’nin bu cendereden çıkması lazım. Gelir dağılımının dengeli olması lazım.
HER SEÇİMDE MİLLETVEKİLİ SAYIMIZI ARTIRDIK: Bir devlet bir kişinin iki dudağına teslim edilemez. Devlette yasama, yürütme ve yargı organları vardır ve devletin her alanı denetlenir. Mesela sarayın yaptığı harcamayı bilmiyoruz, hangi ihaleleri yapıyor, bilmiyoruz. Ama bizim paramızla yapıyor. Buradan devletin çıkması lazım… Bu yapının değiştirilmesi lazım. Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçilmesi lazım. Bu, eski sisteme geçelim anlamında değil. Eski sistem, darbecilerin yaptığı hukuk sitemi nedeniyle büyük sorun yaratıyordu… Benim pozisyonuma gelelim. ‘Hiçbir seçimde başarı elde edemediniz.’ Her seçimde bir şekliyle, yüzde 100 iktidar olmadık derseniz ben bunu kabul ederim. İktidar olamadınız, eyvallah. Ama her seçimde biz milletvekili sayımızı artırdık. Son seçimde Ankara, İstanbul, Mersin, Adana’yı kazandık; büyükşehirleri kazandık. Siyaset 5 yılda bir yapılıyor, ne yapalım? Ayrıca rahatlıkla ifade ediyorum, CHP’nin halktan koptuğu yönünde ciddi bir izlenim de vardı ve bu izlenim de haklıydı. CHP’nin Genel Başkanı olarak. İzlenim haklıydı. Biz toplumun her kesimine açılmak, derdini dinlemek istedik. Sizin hiç düşünmediğiniz apartman görevlilerinin sorunlarını ben dile getirdim. Apartman görevlileri, muhtarlar, minibüs-taksi-TIR, otobüs şoförü ile toplantı yaptık. Sosyal politikayı sosyal sınıflar üzerinde oluşturduk. Toplumun her kesimine ulaşmaya çalıştık. Geçmişin bize dönük olarak haklı veya haksız eleştirilerini kırmaya çalıştık. Vaizelerle, imamlarla, ilahiyatçılarla da toplantı yaptım. Kendimizi anlatmaya çalıştık. Bize yönelik haksız eleştiriler vardı, onları kaldırmaya çalıştım. Yılların birikimlerini kaldırmaya çalışıyoruz. CHP diğer partilere benzemez, devlet kuran bir parti CHP. Ben Genel Başkan olduktan sonra genel başkan adayları çıktı. Adaylarla yarıştık. Hatta adaylar daha rahat çıksın diye, Allah rahmet eylesin Sayın Baykal döneminde çıta çok yüksekteydi. Oran yüzde 20’ydi. Delegenin yüzde 20’sinin oyunu toplarsan ancak aday olabiliyordun, onu da aşağıya indirdik. Daha düşük bir oran koyduk. İnsanlar yarışabilsinler, yarışma atmosferi çıksın diye. Gençlik, cinsiyet kotası getirdik PM’ye, MYK’ya. Yeni bir değişime açılımı sağlamaya çalıştık. Yeterli mi bütün bunlar? Hayır, yeterli değil. Elimizden geleni yapmaya çalıştık. İnşallah yarın yeni adaylar çıkar, o adaylar sağlıklı ve tutarlı eleştiri yapmaya çalışırlar. Biz de yolumuzu almış oluruz, demokrasiyi güçlendirerek.
ADAYLIĞIM KESİNLEŞTİKTEN SONRA HİÇBİR CHP GRUP TOPLANTISINI YAPMADIM: Cumhurbaşkanının tarafsız olması gerektiği kanısındayım. Ama bu kararı tek başıma alamıyorum. Diğer liderlerle beraber bu karar alındığı için ben o karara uymak zorunda kaldım. Dikkat ederseniz, adaylığım kesinleştikten sonra hiçbir CHP grup toplantısını yapmadım. Cumhurbaşkanlığı adaylığım süresince asla ve asla bulunduğum yere CHP logosu ve CHP’nin parti bayrağını asmadım. Tamamen tarafsız davrandım ve tarafsız davranmaya da özen gösteriyorum. İnşallah bunu Anayasa değişikliği ile de kesinleştireceğiz, çünkü değişim sırasında bazı aksaklıkların ortaya çıkabileceği ve uyumun bozulabileceği yönünde bir kanaat oluştu. Ben de o kanaate saygı duyarak devam ettim.
SAVUNMA SANAYİ MİLLİDİR, HERKES DESTEK VERİR: TOGG’a yönelik bir eleştiri yok. Sadece davranışa yönelik bir eleştiri var. Diyelim ki siz buzdolabı fabrikası açıyorsunuz, evet yaparsınız. Biz de alkışlarız bunu. TOGG’un ilk kuruluşunda bana gelindi, başındaki genel müdür geldi. TOBB Başkanı ile geldiler, bana haritaları çıkardılar, ben de çok memnun olduğumu ve her türlü desteği vereceğimizi söyledim. Ama bunu sanki orası değil de bir kamu kuruluşu yapmış havası ile tanıtıyorlar. Yanlış buradan başlıyor. İki, otomobil yapabilirsiniz, zaten yapılabilir. Yapılmayacak bir şey değil. Önemli olan yaptığınız otomobilin uluslararası bir markaya dönüştürmek ve bunu dünyanın her tarafına satabilmek. Bu yapıldığı zaman asıl başarının böyle olduğunu ifade ettim… Bunun bir siyasal kimlik, ‘Ben yaptım’ algısı ile tanıtılması yanlış. Siz yapsanız tamam. Kendi fabrikanızdır eyvallah. Ben de gelirim, başkası da gelir, hep beraber övünürüz. Dikkat ederseniz TOGG’u üretenlerin hiçbirisi yok ortada. Sahipleri yok, sadece siyaset var. Yanlış orada. Aynı şekilde savunma sanayinde de. Savunma sanayi millidir, herkes destek verir. Savunma sanayi konusunda en büyük adımı atan rahmetli Özal’dır. Savunma sanayi fonunu kurmuştur. Savunma sanayi fonu bütçenin dışında bir fon oluşturmuştur…
‘GELİNCE SİZ İHA VE SİHA’LARI KALDIRACAKSINIZ.’BİZ AKLIMIZI PEYNİR EKMEKLE Mİ YEDİK: İHA ve SİHA konusunda, Sayın Bayraktar’ın İkitelli’deki fabrikasına ilk giden benim. Altını çizeyim. Kendisini öne çıkaran, o zaman rahmetli babası da hayattaydı. Kendilerine her türlü desteği vereceğime dair söz verdim. Destek verdim. Arkasından evlilik oldu, olabilir. Ama üretiyor. Çok iyi bir kadrosu var. Altını özenle çiziyorum, hatta onlarla beraber güzel fotoğraflarımız var. Ama benim etik bir değerim var, aile izin vermeden ben o fotoğrafları yayınlamıyorum. Onlarda var ama aynı fotoğraflar. Kendisi üretsin, çalışsın, hiçbir engel yok. İHA ve SİHA’yı da üretsin. Burada tek sorunumuz, rekabet ortamının yaratılması lazım. Çünkü aynı İHA ve SİHA’ları yapan başka kuruluşlarda var ve kamu kuruluşlarına engel çıkarılmaması lazım. Rekabet olsun, bunlara hiçbir engelimiz yok. Adı üstünde milli savunma, burada A partisi, B partisi olmaz ve burada Türkiye söz konusu. Türkiye bu coğrafyada çok güçlü olmak zorunda. Silah üretiminde de güçlü olmak zorunda. Bu illa silahı kullanacak anlamında değil ama bütün dünya bilmeli ki Türkiye bunları üretebilecek kapasitede ve Türkiye bunları üretiyor. Asıl hedef bu olmalı. Ama bunların üzerinden sanki bir parti yapıyormuş gibi. Hayır, onu 85 milyon yapıyor. Bizim vergilerimiz ile yapılıyor. Bunun dominantı Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfıdır…Efendim, ‘Gelince siz İHA ve SİHA’ları kaldıracaksınız, damadı mahvedeceksiniz.’ Biz aklımızı peynir ekmekle mi yedik? Niye olsun, herkes üretecek ve kazanacak. Yeter ki sağlıklı ve tutarlı bir rekabet olacak. Onun dışında hiçbir sorunumuz yok.
2010 kurultayında başka bir aday yoktu, doğru çünkü bütün delegeler benim aday olmamı istemişlerdi. Hepsi imza verdi, başka aday yoktu zaten. Bu benim kabahatim değil… Ben genel başkan olmak istemedim ki. Toplum, örgüt, herkes ‘Genel Başkan ol.’ Israr. Uzun süre genel başkan kim olacak diye, tartışmaları zaten yapıldı. Sonunda bütün delegeler üzerimde anlaşmışlar, dediler ki ‘Tek imza ile aday gösterelim.’ Dolayısıyla aday oldum. Benden sonraki kurultaylarda adaylar çıktı. Adaylarla yarıştık, herhangi bir sorun yok. Rahmetli Baykal döneminde adaylar vardı, adaylarla yarışıldı. Bizim kadar genel başkan adayı çıkan başka bir parti de yok. Benim zamanımda da oldu, benden önce de oldu. Adaylar demokratik yöntemlerle yarıştılar. Siyasete yeni girdiğim dönemlerde en hareketli tartışma da Sayın Sarıgül ile Sayın Baykal arasındaki genel başkanlık yarışıydı. Oldukça heyecanlı bir yarıştı. Bunlar oluyor, niye olmasın? Benimle Muharrem Bey arasında yarış oldu, o da çok keyifliydi. Heyecanlı bir yarıştı. Demokrasiyi dışlamış bir parti değiliz. Dikkat ederseniz bütün bunların hepsi bizde oluyor, CHP’de oluyor. Diyebilirsiniz ki, burada yanlışlık var, katılmıyorum. Ben buna saygı gösteririm. İlla benim gibi düşüneceksiniz diye bir şey yok. Elbette farklı düşüneceksiniz. Benim en ufak bir eleştirim yok size yönelik olarak.
DAHA GENİŞ BİR KİTLEYİ KUCAKLAMAMIZ LAZIM: Partide gençler yok diyorsunuz, haklısınız. O eleştiriyi ben de zaman zaman yapıyorum. Sadece genç değil kadın da yeteri kadar yok. Kadınların da siyasette olması lazım. Kadın belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, milletvekillerinin olmasını istedim. Daha fazla olmasını istedik. Kabul etmek lazım. Siyaset bir kurtlar sofrasıdır. Siyasete girdiğiniz an sonuna kadar mücadele edeceksiniz. Altın tabak içinde ‘Efendim bana milletvekilliğini ver’. Bu olmaz. Mücadele edilecek. Gençler mücadele edecekler, ‘Biz olacağız’ diye. Ben ön seçim denemesi yaptım. Orada da kendi içinde bazı ciddi sorunlar var. O da olmadı. Ön seçim yaptık, orada da başka sorunlar çıktı. Ama herhalükarda gençlerin ve kadınların olması lazım. Daha geniş bir kitleyi kucaklamamız lazım.
DEMOKRASİSİ SAĞLIKLI İŞLEYEN BİR SİSTEMDE SANDIK GÜVENLİĞİ DİYE BİR ŞEY OLMAZ: Eğer bir ülkede seçimlerin sağlıklı yapılmadığı yönündeki kanaat, toplumun dokularına sinmişse; o ülkede sorun var demektir. Sandık güvenliğini biz bunun için önemsiyoruz. Dolayısıyla demokrasisi sağlıklı işleyen, ahlak yapısı güçlü olan, yasaların sağlıklı uygulandığı, bürokrasinin bir kişinin emri altında olmadığı, devletin memurunun devlet memuru olduğu bir sistemde sandık güvenliği diye bir şey olmaz. Herkes gider oyunu kullanır, sayımlar yapar gider. Ama bizim ülkemizde sandık güvenliğinizi aldınız mı diyorsunuz. Oylar çalınıyor diyor. Bunların binlerce örneği var, biz bunun önüne geçmek istiyoruz, doğrudur… Bazı sandıklarda bizim görevlimiz yoktu. Nedeni şu, orada İYİ Parti’yi biz destelediğimiz için, seçime İYİ Parti logosu ile girildiği için oradaki sandık görevlileri İYİ Parti’ye ait. Biz sadece müşahit bulunduruyoruz. Böylece Türkiye’de yaklaşık 200 bin sandığın tamamında müşahidimiz var. Fakat müşahitlerin yetersiz olduğu yönünde şikayetler, eleştiriler geldi. Bir ilçeden, bir müftü aradı ve dedi ki ‘Ben hakkaniyetle yapıyorum ama 2 müşahidiniz var. Üzerimizde baskı var. Allah aşkına müşahitlerinizi artırın, bir bu seçimleri doğru dürüst yapalım. Ahlaki yapalım.’ Aldık notumuzu. O nedenle bir konuşmamda dedim ki, 1 milyon müşahide ihtiyacımız var. Her sandıkta birden fazla olsun. Dolayısıyla sandık güvenliği bir anlamda sağlansın.
SAKIN BU TUZAĞA DÜŞMEYİN. TUTANAKLAR EN SON İMZALANACAK: Sayım sırasında da arkadaşlar bakıyorlar. Görevlisiniz, cep telefonu ile fotoğrafını çekecek ve genel merkeze göndereceksiniz. Evet, bunlar geldi. Onların bilgisayara aktarılması ve yazılması zaman aldı. Ondan sonra sosyal medyada sanki biz hiç sandıklara sahip çıkmamışız gibi bir algı yaratıldı. Bu tamamen bizim kitlemizin sandığa gitmemesi için yapılan bir algı operasyonuydu. Yoksa bunları yaptık. Bir sorunumuz yok burada. Şu olabilir. Eksiğimiz, yanlışımız, olabilir. Biz her şeyi mükemmel yaptık diye bir düşüncemiz yok. Ama bu arada, o gün birisinin cenazesi çıktı. Ne yapacaksınız? Niye sandığa gitmedin diyemiyoruz. Yaralandı, hastalandı ve hastaneye gitti. Bunlarla ilgili de 200 bin kişi arasında bunlarla da karşılaşıyoruz. Dolayısıyla eksiğimiz, yanlışımız, hatamız olabilir. Sandıkların sadece sayım sırasında şöyle bir şey daha var. Asıl risk şu. En baştan sandık başındaki görevli tutanakları imzalatıyor. Sakın bu tuzağa düşmeyin. Tutanaklar en son imzalanacak diyoruz. Fakat çoğu yerde tutanak en başta imzalanıyor, sonra yazılıyor. Bu bizim açımızdan sıkıntı yaratıyor… Polis gidip ‘Sonuçları bana ver’ diyemez. Polisin gidip sonuçları aldığını biliyoruz. Onun için itiraz ettim. Kardeşim burada polisin ne görevi var? İçişleri Bakanlığı seçimi izlemek için, sonuçları almak için ayrı bir ekip kurdu. Kamu görevlilerinden, polislerden oluşan ekip kurdu. İçişleri Bakanlığı, YSK’ya başvurdu. ‘Ben bunları almak istiyorum’ diye. YSK, ‘Doğru değil, yasada böyle bir şey yok. Siz alamazsınız’ dedi. Arkasından bir daha başvurdu, biz gene itiraz ettik. Polisin işi değil, burada ne işi var dedik. Ona rağmen polis sandık başlarına gidip, sandık görevlisi başkanına ‘Sonuçları bana vereceksin’ dedi. Tabii biz Ankara, İstanbul’da rahatız. Bir de Hakkari’yi düşünün. Beytüşşebap’ı düşünün. İlk kez, bizim tarihimizde 200 bine yakın sandıkta bunu yaptık.
Hiç kimsenin depremzedeye ‘Sen oyunu böyle kullandın, yazıklar olsun’ deme hakkı yoktur. Onu söyleyen insan da insan değildir. Altını bir daha çizeyim, insan değildir… Partimizin yöneticilerinden hiçbirisi böyle bir şey söylemedi, çıkarsa onu görevden alırız, emin olun. Tekirdağ Belediyesi olayı. Gençlerden benim bir ricam var. Bir haber duyduğunuzda, arayın ve bunun gerçeğini öğrenin. Orada kalacakları süre, valilik demiş ki ‘Şu kadar süre siz bakacaksınız’ diye. Onlar da süre dolunca valiliğe yazı yazmışlar. Valiliğe yazınca da ‘Vay işte bunları çıkarıyorlar’ diye kıyamet kopardılar. İşin özü bu. Ben hemen aradım, büyükşehir belediye başkanını. ‘Nedir bu?’. ‘Efendim öyle bir şey yok. Biz tam tersine bu sabah hep beraber kahvaltı yaptık. Herhangi bir sorunumuz yok’. Ama bir haber, arkasından kıyametler. Sanki biz depremzedelere karşıyız. Nasıl karşıyız? Akıl, ahlak, vicdan, mantık var.
MEDYA PATRONUNUN BAŞKA KİŞİ OLMAYACAK. SADECE MEDYA İLE UĞRAŞACAK: Medya konusunda en çok şikayet edenlerden birisi de benim. Gerçekten Türkiye’de sağlıklı işleyen bir medya mekanizmasının olmadığını bilenlerden de birisiyim. En çok asparagas haberler üreten ve onları kamuoyuna sunan, kamuoyunu yanıltan medyanın olduğunu da biliyorum. Medyanın özgür olmadığını ve belli baskıların altında olduğunu da biliyorum. Medya konusunda bizim güzel bir raporumuz var. Hem yerel medya açısından, hem yaygın medya açısından Türkiye genelinde. Radyo ve televizyonlar açısından. RTÜK’ün nasıl yapılanması gerektiği açısından. TRT’nin tarafsız yayın yapması açısından. Mesela TRT bana sadece 32 dakika. Seçim süresince. Ama AK Parti’ye tam 42 saat zaman ayırıyor. Yasası diyor ki ‘TRT bağımsız ve tarafsız kurumdur’. Nasıl bir tarafsızlık? (A Haber’in ‘Diğer aday’ görselli yayınını göstererek) Bakın A Haber, Allah aşkına bağımsız ve tarafsız yayın organına bakın. Bunlar oluyor yani. Ama halk bunları biliyor. Ben muhalif medya dediğiniz medyanın da kendi içinde ciddi sorunları var. Onu da biliyorum. Ben televizyon izleyemiyorum. Benim zaten televizyon izleyecek zamanım da yok. Dolayısıyla oralarda neler oluyor, neler bitiyor; Bilmiyorum. Kim, nerede, ne yapıyor diye. Bildiğim tek şey var, medya sınıfta kalmış durumda. Sağlıklı ve tutarlı medyamız gerçekten yok. Yasal bir altyapı ile bunu gerçekten sağlıklı zemine oturtmak lazım. Medya patronu olmaz. Hem dünya kadar işin olacak, hem elinde gazeten ve televizyonun olacak. Onu silah olarak kullanacaksın. İktidarın emrine vereceksin. Buradan çıkmamız lazım. Özgür ve bağımsız bir medya olması lazım. Bunun kurallarını getirilmesi lazım. Hiçbir medya patronunun başka kişi olmayacak. Sadece medya ile uğraşacak. Başka işleri olduğu zaman, medya gidiyor. Efendim, şu fabrikaydı, şu ihaleydi, girdiğiniz zaman bağımsız medya olmaktan çıkıyorsunuz.
MEDYADA SENDİKALAŞMAYI ZORUNLU HALE GETİRECEKTİK: Birinci dönem AK Parti’den eski Başbakanlık Teftiş Kurulu’ndan bir arkadaşım vardı. AK Parti milletvekiliydi. Biz ikimiz beraber Plan ve Bütçe Komisyonu üyesiydik. Söz verdik, eğer medya ile ilgili bir düzenleme gelirse, medyada sendikalılığı zorunlu hale getirelim diye ikimiz. AK Parti’den o, CHP’den ben. Medyada sendikalaşmayı zorunlu hale getirecektik. Fakat maalesef görev yaptığımız süre içinde böyle bir yasa gelmediği için gerçekleşmedi. Tabii gerçekleşseydi, mükemmel bir şey olacaktı.
O KADAR SIRADANLAŞTI Kİ, YOLSUZLUK YAPMAYAN ADAM SUÇLU HALE GELDİ: Yolsuzluk dosyaları ile ilgili bir arkadaşım sordu. Artık o kadar sıradanlaştı ki, yolsuzluk yapmayan adam suçlu hale geldi. Yolsuzluk yaptınız mı, önünüze bütün kapılar açılıyor. Çünkü zincir yukarıya kadar gidiyor. Herkes nimetleniyor oradan. Dolayısıyla yolsuzluk yapmayan adam, ‘Bu adamdan bir halt olmaz’ denip bir köşeye atılıyor. Devletin yapısı şu an böyle. Siz yolsuzluk yapan, rüşvet alan adamı büyükelçi atadığınız andan itibaren devlette çürüme başlar ve bütün alana yayılır.
İşçinin işine son verme, evet aynı görüşteyim. Siz bana yeni geldiniz. Bilmiyorum. Ama şunu söyleyeyim. Hangi gerekçe ile önce işten atıldığınıza bakmam lazım. Adınız, soyadınız, hangi birimde çalıştığınızı bana verirseniz, benim bunu sormam lazım. ‘Siz bunu hangi gerekçe ile çıkardınız?’. Çünkü ben hangi görüşte olursa olsun, hiç kimsenin ekmeği ile oynanmasını istemem. Bu konuda emin olmanızı isterim. O konuda Ekrem Beyin haklı tarafı var. Bir seçim oldu, Ekrem Bey kazandı. Yasalara aykırı olarak, YSK üzerine yapılan baskı ile aynı zarfın içine konulan 4 kağıttan 3’ü doğrudur, biri sahtedir dendi. İptal ettiler… İkinci seçim oldu, 13 bin fark 800 bine çıktı. O arada pek çok kişi oy kazanmak için belediyeye alındı. Onlardan mısınız, değil misiniz? Bilmiyorum. Sizin haklı gerekçesiniz varsa başım üstüne. Siz mücadele etmeseniz de ben edeceğim.
İBB’NİN İSTİHBARAT BİRİMİ YOK Kİ: ‘HDPKK kontenjanından’. Böyle bir şey yok arkadaşlar ya. Suçlamak çok kolay. Siz bir terör örgütü mensubunu işe alabilir misiniz? Devlet buna izin verir mi? Allah aşkına. Güvenlik soruşturması yapılıyor zaten. Arkadaş ben bunu işe alacağım, ne diyorsun. Güvenlik soruşturması yapılıyor, bir şey yok. Bir şey yok deyince İBB’nin istihbarat birimi yok ki. Hiçbir kurumun istihbarat birimi yok.
HÜDA PAR diyor ki, ‘Anayasanın ilk dört maddesini değiştireceğim.’ Biz karşıyız. Merak ettiğim, acaba Sayın Erdoğan işbirliği yaptığına göre, aynı görüşte mi değil mi? Sayın Erdoğan, ‘Her türlü milliyetçiliği ayaklarımın altına alıyorum’ dedi. Rize’de de söyledi. Ben altı okunda milliyetçilik yazan bir Kemal Kılıçdaroğlu olarak bu ülkenin milliyetçiliğini, milletinin haklarını sonuna kadar savunurum. Çünkü, ben gerçekten de Mustafa Kemal’in milliyetçisiyim. Anayasal kurallar var. Örneğin, Hüda-Par; Türk bayrağı demem, diyor. Erdoğan bunu kabul ediyor mu, etmiyor mu? Ben kabul etmiyorum. Bayrağımız Türk bayrağıdır, gurur duyarım. Aynı şekilde SADAT denilen bir kuruluş var. SADAT denilen kuruluş diyor ki ‘Ben Türkçe’yi kaldıracağım.’ Bu SADAT’ın başkanı Cumhurbaşkanı’nın danışmanı. Benim SADAT’A gidişimin temel nedeni oydu. Sen kim oluyorsun da Türkiye Cumhuriyeti Devletini kaldıracaksın, bayrağını kaldıracaksın, dilini değiştireceksin, Erdoğan’ın yanında olacaksın. Ben buna izin vermem, dedim. Milliyetçi olmak, ırkçı olmak değil. Herkesin kimliğine saygı duyarım. Bayrağına ve vatanına saygı duyan herkesin benim başımın üzerinde yeri var. Bayrağa ve vatana saygı duymuyorsa, ben ona mesafe koyarım…
KAPATACAK OLAN BEN DEĞİLİM: ‘Hüda-Par kuruldu hemen kapatalım.’ Hayır arkadaşlar o da bir parti. Kapatacak olan ben değilim. Kapatacak olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı… Hukuk çalışırsa hiçbir sorunumuz olmaz. Düşmanlık etmenin bir alemi yok. Bakın siz HPD, HDP dediniz; PKK ile birleştirdiniz. Kardeşim HDP dediğiniz parti, TBMM’yi bir hafta yönetiyor. TBMM’de görüşme olurken sayın Bahçeli de el kaldırır; ondan izin istemeden çıkıp konuşamaz. Ben de konuşamam. Şimdi biz TBMM’yi PKK yönetiyor diyebilir miyiz ya? Devleti bu kadar küçük, itibarsız hale getirebilir miyiz? Bu devlet, bizim devletimiz. Bir dili kullanırken dikkatli olmalıyız. Partiye saygı duyarız ama partiyi denetleyecek olan ben değilim. Partiyi iktidar yapacak olan halktır. Halka güveneceğiz. Halk bizi uzun süredir iktidar yapmıyor. Şimdi biz kalkıp halkı aşağılayacak mıyız? Halkın görüşü odur saygı duyarız. Bir kan davası haline dönüştürüp emperyal güçlerin ekmeğine yağ sürmemeliyiz.
BEN NİÇİN YARGILANDILAR DİYE İTİRAZ ETMEDİM. İTİRAZIM, NİÇİN MAHKEME KARARLARI UYGULANMIYOR? Hata denen kavram insana özgüdür. Az önce başörtüsüyle ilgili eleştiri yaptı. Ne dedim? Hatalıydık dedim. Neden? Yanlış yaptıysanız kabul edeceksiniz. Hatadan dönmek, bir erdemdir. ‘Efendim Selahattin Demirtaş’ı serbest bırakacak…’ Arkadaşlar ben istesem de zaten serbest kalmaz. Serbest bırakacak olan yargıdır. Osman Kavala’yı serbest bırakacak olan yargıdır. Ben niçin yargılandılar diye itiraz etmedim. İtirazım, niçin mahkeme kararları uygulanmıyor? Sizde de mahkeme kararı uygulanmazsa, hiç tanımasam da sizi de savunacağım. Kutuplaşmanın ötesine çıkmamız lazım. Herkesi kucaklamamız lazım. Birisi yanlış düşünebilir olabilir. Ben de hata yapabilirim. Niye olmasın? Hata, insana özgü bir kavramdır.
KANDİL’İN ANAHTARI RECEP TAYYİP ERDOĞAN’DA: ‘HDP, PKK’nın siyasi kolu mudur?’ Ben bunu bilmem ki. Bu ülkenin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı var, bu ülkenin Milli İstihbarat Teşkilatı var. Bir parti, bir terör örgütüyle yan yanaysa kapatılması lazım. E kapatılmıyorsa bunun kabahati bende mi? Kimde kabahati? İktidar kim? Kandil’in anahtarı Recep Tayyip Erdoğan’da. Apo’yla konuşuyorlar. Ben bunu bilmiyor muyum? AK Parti Milletvekili Adayı Ensarioğlu… O söylüyor zaten. Ama suçlanan kim, biziz. Yapmadık bir şey. Trabzon Meydanı’nda da Türkiye’nin diğer bütün meydanlarında da Selahattin Demirtaş hakkındaki yargı kararlarının uygulanması gerektiğini söylerim, hiç meraklanmayın.
Memleket Partisi Genel Başkanı, eski dostum, arkadaşım ona da bazı teklifler yaptım ama bunlar kabul edilmedi. Ayrıntıları benim açıklama hakkım yok. Ama sayın Genel Başkanla görüşürseniz size hangi olanakları sağladığımı anlatsın veya özel yan yana geldiğimizde ben size anlatayım… Genel Başkan’a yönelik yapılan kumpası ilk eleştiren kişilerden birisi benim. Hiçbir zaman sessiz kalmadım. Sessiz kalmaya niyetim de yok zaten. Kim olursa olsun böyle bir haksızlıkla karşı karşıya kaldığında benim görevim, o haksızlığın üzerine yürümektir.
TÜZEL KİŞİLERİN DİNİ OLMAZ: CHP’ye yönelik haksız eleştiriler var. Ben bunun farkındayım. Din, Allah ile kul arasında bir şey. Tüzel kişilerin dini olmaz. Her inançtan insan gelip bir partiye üye olabilir. Bir bakanlıkta çalışabilir ama bunların dinle falan ilgisi yok. Bireysel hak ve özgürlüklerin korunması lazım. Kadının kılık kıyafeti üzerinden başka nedenlerle pek çok alanda insan hak ve özgürlüklerinin korunmasında ciddi sorunlarımız var. Eğer Avrupa Birliği Demokratikleşme Standartlarımızı kendi ülkemize getirirsek bir sorun yok.”
Kılıçdaroğlu, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun sosyal medya paylaşımlarıyla ilgili bir soru üzerine salonda bulunan Kaftancıoğlu’na söz verdi. Kaftancıoğlu, şöyle konuştu:
“BİR İNSAN HAKLARI AKTİVİSTİ OLARAK BENİM GİBİ DÜŞÜNMESE BİLE YAPILAN İŞİN YANLIŞ OLDUĞUNU SÖYLEMEME ENGEL DEĞİLDİR”
“Şunu ifade edeyim ben bir kadınım, bir hekimim, bir insan hakları savunucuyum, Sakine Cansız’ın kim olduğunu ben hatırlatayım. Sakine Cansız, PKK terör örgütünün kurucularından biridir. Nokta. Sakine Cansız, PKK terör örgütünün kurucularından birini güçlü devlet, devletin güvenlik görevlileri yakalar. Hukuk karşısında suçu neyse, cezası neyse onu hapishanede yatırır. Sakine Cansız denilen kişi Avrupa’nın orta yerinde o dönemki haberlere bakarsanız göreceksiniz bugünkü iktidarın da benim söylediklerimden iktidar temsilcilerinin söylediği bir şekilde Avrupa’nın orta yerinde infaz edilmiştir. Sakine Cansız, terör örgütünün kurucusu, Avrupa’nın orta yerinde gayet lüks bir şekilde yaşarken onun yeri terör örgütü kurucusuysa bu ülkeyi yönetenler tarafından tutuklanıp cezaevinde olması gerekir. Yine gidip birileri tarafından kim olduğunu ben bilemem infaz ediliyorsa eğer biraz önce Sayın Genel Başkanımız çok kıymetli bir şey söyledi her şeyin esası adalettir. Ne olursa olsun kim olursa olsun hiç kimsenin cezasının karşısında suçunu çekmek sorumluluğu vardır. Yargının o cezayı verme görevi vardır ama hiç kimsenin infaz edilmesi en azından benim bir kadın olarak, bir insan hakları aktivisti olarak benim gibi düşünmese bile yapılan işin yanlış olduğunu söylememe engel değildir.
“AHİM’DE NE YAZIK Kİ SENİN KADAR BENİM DE AĞRIMA GİDİYOR; DEVLETİN KURULLARI VE ORGANLARI ARACILIĞIYLA CİNAYETLER İŞLENDİĞİNİ MAHKEME KARARLARINDA GÖRÜYORUZ”
Devlet sorumlu, sosyal devlet bizlere, sizlere tırnak içinde söylüyorum ‘kutsal devlet’ kavramı dayatılıyor. Devletler soyut kavramlardır, devletleri hükümetler yönetir. Vatandaş olarak devletin de verdiğimiz vergiler dahil hesabını sorduğumuzda biraz önce şu arkamdaki kız kardeşimizin söylediği hayallerini gerçekleştireceğiz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde devletin organları vardır, AHİM kararıyla devletin kolluk kuvvetleri aracılığıyla hukuk esastır demi, devletin kolluk kuvvetleri aracılığıyla Hrant Dink’in öldürüldüğünün AİHM kararı vardır. Devlet soyut bir kavramdır. Mahkeme kararı ile bu varsa burada benim katil devlet dememdeki amaç, Hrant Dink’in öldürülmesiyle bellidir ama katil devlet sizin kadar benim de ağrıma gidiyordur. Çünkü devletler vatandaşını öldüren mekanizmalar aracılık etsin diye değil o mekanizmalar vatandaşını korusun diye güçlü toplum, güçlü devlet olduğumuzda bunları ortadan kaldıracağızdır. Bunun yolu da devleti soyutlayarak değil sorumlu devletin talebini vatandaşlar olarak yapacağız ki bu topraklardaki hepimiz kutsal kavramlar değil sorumluluk üzerinden yapılan yanlışları ifade ettiğimizde ortaya çıkaracağız. AHİM’de ne yazık ki senin kadar benim de ağrıma gidiyor; devletin kurulları ve organları aracılığıyla cinayetler işlendiğini mahkeme kararlarında görüyoruz.”
Kılıçdaroğlu’nun sorulara verdiği yanıtlar şöyle:
“SİZ RESMEN DAVET EDER, KIRMIZI HALILAR İÇİNDE DAVET EDERSENİZ BURADA AĞIRLARSANIZ OLMAZ.”
"YPG konusunu önce onu açıklayayım, Salih Müslim’i Türkiye’ye resmi olarak davet ettiler. Devletin kendi kurumu, yetkilileri bunun bir terör örgütü olmadığını açıkladı. Devlet iki şekliyle görüşür, devlette 27,5 yıl çalışmış birisi olarak bir; devlet perdenin arkasında görüşür ona bir şey demem. İki, devlet resmen görüşür. Burada resmen görüşme var sorun orada. Resmen görüşme olmasa bir sorun yok gider görüşür. Siz resmen davet eder, kırmızı halılar içinde davet ederseniz burada ağırlarsanız olmaz. İşin gerçeğini bilelim ama siz yine de eleştirinizi yapın ona saygılıyım. Şu anda terör örgütü. Çünkü devlet diyor ki terör örgütü, baştan terör örgütü değil diyordu.
“BENİM İTİRAZ ETTİĞİM ENERJİ KONUSUNDA RUSYA’YA TÜRKİYE’NİN BAĞIMLI HALE GELMESİ”
Rusya ile ilişkilerimizin iyi olmasında itirazım olmaz. Bazı teknolojik altyapıları, cam sanayi gibi petrokimya gibi Rusya’dan aldık. Ama benim itiraz ettiğim enerji konusunda Rusya’ya Türkiye’nin bağımlı hale gelmesi. Bu bağımlılık son derece tehlikelidir ve Türkiye’nin ileride başına büyük sorunlar açabilir. Siz hala diyorsunuz ki ‘Moskova ile anlaşma yaptık burada bir gaz merkezi kuracak.’ Zaten güle oynaya gelip gaz merkezi kuracak yüzde 30-40’lık bağlantı yüzde 90’a çıkacak. Sizi teslim almış olacak. Ne dedi Gazi Mustafa Kemal; ekonomik bağımsızlık. Enerjide ekonomik bağımsızlığı kaybediyorsunuz. Doğu Akdeniz’de gaz çıkıyor değil mi? Doğu Akdeniz’deki gazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya götürebilirsiniz ve enerjinin maliyetini 3,5-4 sente kadar indirebilirsiniz, biz bunu yapacağız. Bir başka ülkeye yüzde 70 oranda bağımlı hale getirmek onun esiri haline getirmektir.
“BEN DE DİYORUM Kİ MADEM PARA VAR 1 YILDA YAPIYORSUN BEN HİÇ ALMAYACAĞIM, NİYE ALAYIM PARAYI ONUN OLSUN”
Deprem evi maliyetlerini nerede karşılıyorsunuz? Erdoğan ne dedi; ‘Evleri yapacağım 1 yıl sonra teslim edeceğim’ demek ki para var. Ben de diyorum ki madem para var 1 yılda yapıyorsun 2 yıl da almıyorsun, ben hiç almayacağım, niye alayım parayı onun olsun. O evlerin yapımında hata var o hataya göz yuman kamudur, anayasa gayet açıktır onu da söyledim. Devlet o evleri yapmak ve ücretsiz vermek zorunda. Sadece onu değil dava açılırsa evindeki buzdolabının, mobilyasını parasını alabilir.
“300 MİLYAR DOLAR TEMİZ PARA GETİRECEĞİZ YATIRIM YAPACAĞIZ”
Bir başka şey 300 milyar dolar. Ben yurtdışından getireceğim, evet getireceğim sadece demokrasi istiyorlar, temiz para, uyuşturucu parası değil. 8 sefer kanun çıkardılar uyuşturucu baronlarının parasını getirmek için itiraz ettik. Bana telefonunuzu verirseniz ilgili kanunu size göndereceğim. Ama dönüp bana diyeceksiniz ki ben bunu görmemiştim. Söz veriyorum göndereceğim. Üstelik son bir kanunda diyor ki; ‘Getirilen paranın kaynağı asla sorulmayacaktır’ onu da göreceksiniz orada. 300 milyar dolar temiz para getireceğiz, yatırım yapacağız.
Benim genel başkanlığım ve Türkiye’deki demokrasi ile ilgili Arap dünyasını karşılaştırdınız. Türkiye ne Avrupa ne Arap dünyası arasında, Türkiye’nin kendine özgü koşulları vardır ve o koşullar içinde demokrasisini geliştirmeye çalışan bir ülkedir ve bu demokrasinin gelişmesi için de elimizden gelen çabayı gösteriyoruz.
“BURASI SIĞINMACI DEPOSU OLMAYACAK. AVRUPALI RAHAT ETSİN DİYE BİZ BUNLARIN BÜTÜN SIKINTILARINA KATLANIYORUZ”
(Mülteciler üzerine Kılıçdaroğlu’nun dönüş açıklamalarıyla ilgili bir film gösterildi) Burada Suriyelilerle ilgili şöyle bizim gencecik fidan gibi askerlerimiz şehit olurken onların fidan gibi beyleri bizim sokaklarımızda volta atıyor. Yaşlıyı, çocuğu, kadını kabul ederim ama Kilis Ticaret Odası Başkanı bana ne dedi biliyor musunuz? ‘Böyle devam ederse 4-5 yıl sonra Kilis Ticaret ve Sanayi Odası’nın başkanı bir Suriyeli olacak. Ben Suriyelilerin kendi ülkelerinde daha rahat edeceğine inanıyorum. Evet Suriye’de meşru hükümetle oturacağız, anlaşacağız, buradan gidenlerin can ve mal güvenliği sağlayacağız. Eğer Avrupalılar Suriyelilerin haklarını korumazlarsa onların evlerini, yollarını, hastanelerini yapmak için para vermezlerse Geri Kabul Anlaşması’nı feshedeceğiz, beyler gitsinler Avrupa’ya burada ne işi var? Burası sığınmacı deposu olmayacak. Avrupalı rahat etsin diye biz bunların bütün sıkıntılarına katlanıyoruz. Düzelteceğiz, göreceksiniz.”
“ÖYLE GİZLİ KAPAKLI BİR ŞEY YOK ÇÜNKÜ DEVLETİN POLİSİ DE YANIMDA. 8 SAAT NEREYE GİTTİ, NEREYE KAYBOLDU? ARZU EDEN O YOLU GİDER, GEZER 8 SAATLİK YOLU BULUR”
(ABD ziyaretine ilişkin soru üzerine) Boston’da MIT’e gittim dünyanın bir numaralı teknoloji üniversitesi. Türk hocalar vardı. Acaba biz Türkiye’de iktidar olduğumuzda o teknolojik buluşları kendi ülkemizde hayata geçirebilir miyiz diye onlarla görüşmeler yaptım. Arkasında başka bir üniversite geçtim. New York’ta bizim bir planımız vardı, oradan Washington’a geçecektim. Planımız şuydu; buradan kaçırılan paralarla New York’ta Manhattan’da 35 katlı gökdelen yapmışlardı. Boston’dan bindik arabaya ve o arabayla 8 saatlik bir yolla Manhattan’a geldik. O 35 katlı gökdelenin önünde küçük bir video yaptık. Bu binanın üzerinde de hiçbir etiket yok ama biz biliyoruz kimlere ait olduğunu. Erdoğan ailesinin kurduğu bir vakfa ait orası 35 katlı bir bina, onun görüntüsünü aldık ve ondan sonra Washington’a geçtim. Boston’da New York’a uğrayıp oradan Washington’a geçişim 8 saat. Öyle gizli kapaklı bir şey yok çünkü devletin polisi de yanımda. 8 saat nereye gitti, nereye kayboldu? Arzu eden o yolu gider, gezer 8 saatlik yolu bulur. Bu 8 saat içerisinde sadece ve sadece Washington’a giderken bir benzin istasyonunda araca akaryakıt aldık. Burada bir vakıf var o vakfın başkanı Erdoğan ailesi, orada da bir vakıf var o da Erdoğan ailesi.
Buradan milyon dolarlar gidiyor oraya o binalar yapılıyor. Diyeceksiniz ki bu rakamları nereden buldun? Çünkü Amerikan hükümeti ciddi bir hükümet, diyor ki; yurtdışından bir para geliyorsa ben bunu kamuoyuna açıklarım ve Amerikan Hazine Bakanlığı’nın internet sitesinde bütün bu rakamlar yazılı, buradan giden dolarla yazılı. Size de tavsiye ederim arada bir bakarsanız.”
(Akkuyu Şirketi ve Enerji Bakanlığı ortaklığı ile yurtdışında eğitim görmüş ve Akkuyu şirketinde çalışma sözü verilmiş bir gencin yaşadığı mağduriyetiyle ilgili soru üzerine) Hiç endişe etmeyin orada görevinizin başında olacaksınız. Akkuyu zaten başlandı bitmesini isteyeceğiz. Başlangıçta taahhüt edilen fiyat çok yüksekti, dünyada enerji fiyatları artınca o makul bir düzeye indi. Türkiye’nin çıkarlarını korumak için gereğini yapacağız. Ama var olan sözleşmelerde taahhütler nedir, hangi yükümlülükler var onları bilmiyoruz, bilince o konuda o sağlıklı cevaplar vereceğiz.
“MÜLTECİ AYRI, SIĞINMACI AYRI İKİSİNİ BİRBİRİNDEN AYIRMAK LAZIM”
(Mültecilerle ilgili soru üzerine) Bakın siz tabi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni anladığım kadarıyla yeteri kadar analiz edememişsiniz. Türk soyu ile ilgili zaten bizim özel bir bağımsız birimi var Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin… Dolayısıyla bu özel birim Türk Cumhuriyetleri ile ve Türk soyu olan gruplarla olan ilişkisini zaten sürdürüyor. Burada herhangi bir endişe yok, kaygı yok. Artı İçişleri Bakanlığı’na bağlı ve bu bölüm gerçekten de güzel hizmetler yapıyor. Biz herkesi göndereceğiz derken bunun belli kuralları olacak. Devlet dediğiniz gibi kurum, benim dediğim gibi hemen yakasına yapışıp gönderelim diye öyle bir kural yok. Onun alt yapısını oluşturacaksınız. Can ve mal güvenliğini sağlayacaksınız ve ondan sonra göndereceksiniz, parayı da AB’den alacaksınız ve bunları yapacaksınız. Çünkü burada asıl sorunu yaşayan AB, bize geri kabul anlaşmasını dayattılar, imzaladık. Biz şimdi bakıyoruz. İsterlerse veriyor, istemezlerse vermiyorlar. Biz sığınmacı deposu değiliz. Mülteci ayrı, sığınmacı ayrı ikisini birbirinden ayırmak lazım.
“MERKEZİ YÖNETİMİN YEREL YÖNETİMLER ÜZERİNDE VESAYET HAKKI VAR. O VESAYET HAKKI KALKMADIĞI SÜRECE HERHANGİ BİR SORUN YOK”
(Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’yla ilgili soru üzerine) Önce şu konuda bir anlaşmamız lazım. 1930’lu yıllarda çıkan Belediye Kanunu’nda, ‘Belediyeler mali ve idari açıdan özerktir’ diye yazar 1930’larda… Bugünkü kanunda da aynısı yazar. Neden? Çünkü belediye Başkanını belde halkı seçer. Ayrı bir bütçesi var. Nasıl TBMM varsa onların da belediye meclisleri var. Ama merkezi yönetimin vesayeti asıldır, esastır. Belediyeler kendi bağımsız olarak, ‘ben bağımsız bir devletim’ diyemezler. Her belediyenin kendine ait bir de özel logosu vardır. Ankara Büyükşehir’in, İstanbul Büyükşehir’in, Antalya’nın, Diyarbakır’ın, Trabzon’un ayrıca logoları vardır. Buradaki özerklikten kastedilen ‘bunlar ayrı devlet olacak.’ Yok efendim nereden çıktı öyle ayrı bir devlet olması? Böyle bir şey yok ama bu algı sürekli yerleştirilmeye çalışılıyor. Rahmetli Ecevit’in döneminde Yerel Yönetim Özerklik Şartı’nı öngören kanun çıktı Meclis’ten. Bizim zamanımızda değil, o dönemde çıktı kanun ama Türkiye bazı maddelerine çekince koyduğu için duruyor. Elbette ki siz terörle mücadele edeceksiniz, terörün bu topraklardan silinmesini isteyeceksiniz ve ne gerekiyorsa onu yapacaksınız. Yoksa efendim, işte ‘falan belediye özerk olacak’ zaten belediye özerk ama orası bağımsız değil. Özerklik ile bağımsızlık ayrı, üniversite özerktir ama üniversite Türkiye’nin üniversitesidir. Belediyelerin de zaten özerkliği kendi yasalarında var, ben koymadım. 1930’lardan beri gelen uygulama böyle, sadece bizde değil bütün dünyada böyle aslında… Dolayısıyla yerel yönetimlerle merkezi yönetim arasında bağ var. Bu bağ da aslolan merkezi yönetimdir. Merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerinde vesayet hakkı var. O vesayet hakkı kalkmadığı sürece herhangi bir sorun yok. Vesayet hakkını kaldırmaya da zaten bizim niyetimiz yok.
“YANİ İMAM HATİP’TE OKUYAN ÇOCUĞUMUZ DA ÇOK NİTELİKLİ BİR EĞİTİM ALMALI, FEN LİSESİ’NDE OKUYAN ÇOCUĞUMUZ DA ÇOK NİTELİKLİ BİR EĞİTİM ALMALI”
Eğer bir toplum gerçekten yükselmek istiyorsa, dünyada saygınlığı kazanmak istiyorsa eğitim sistemini çağdaş anlamda yeniden yapılandırmak zorundadır. Eğitimin temel özelliği okula başladığı andan itibaren, çocuğun merak duygusunu büyütürseniz, sorgulama hakkını ona verirseniz, o eğitim başarılı bir eğitim demektir. Yani analitik olması lazım eğitimin, ezberci bir eğitimden uzak olması lazım. Önemli olan eğitimin aynı zamanda eğitimciler tarafından programlanıp ve politikalarının belirlenmesi lazım. Yani siyasetçi olarak ben eğitim, ‘gel şöyle okuyacaksın, şu dersi okuyacaksın’ benim dememem lazım. Bu tamamen pedagogların, eğitimcilerin, hocaların işi… Bütün gelişmiş ülkeler eğitimi bu çerçevede ele alıyorlar. Benim de şahsen düşüncem eğitimi bu çerçevede ele almak, yeniden yapılandırmak, sıcak siyasetin tümüyle dışına çıkarmak. Her alanda nerede olursa olsun, eğitimin bu çerçevede ele alınması lazım. Yani imam hatipte okuyan çocuğumuz da çok nitelikli bir eğitim almalı, fen lisesinde okuyan çocuğumuz da çok nitelikli bir eğitim almalı. Aynı zamanda eğitimin üretime dönük olması lazım. Bütün organize sanayi bölgelerinde teknoloji liselerinin kurulması lazım. Eğitim alan çocuğun, eğitimi belli bir yılından itibaren, örneğin 2’nci yıldan itibaren organize sanayi bölgesinde aldığı eğitime paralel kurs görmesi lazım, staj görmesi lazım. O süre içerisinde sosyal güvenlik primlerini, devlet tarafından ödenmesi lazım. Mezun olduğunda ise işi hazır olacak. Yani iş garantili eğitim bir anlamda. Aslında bunu dünyanın pek çok ülkesi uyguluyor. En başarılı olan ülke de Finlandiya… Finlandiya modelini anlatmak için Finlandiya’dan eğitim reformunu yapan bakan yardımcısını Türkiye’ye davet ettik. Eğitim reformunu Finlandiya’da nasıl gerçekleştirdiklerini de anlattı. Eğitimi yeniden yapılandırmak lazım. YÖK denen belayı kaldırmak lazım. Üniversitelerde bilgiyi, bilimi egemen kılmak lazım. Farklı düşüncede olan hocaları, ‘sen farklı düşüncedesin’ diye üniversiteden atmamak lazım. Yani yapılacak çok şey var aslında ama işin özü merak duygusunu büyütmek, buradan başlayıp eğitimi geliştirmek lazım.
“CANLILARIN HEPSİNİN HAYATINI KURTARMAMIZ LAZIM VE ONLARA SAHİP ÇIKMAMIZ LAZIM. ÇÜNKÜ ONLAR OLMASA ZATEN BİZ OLMAYIZ”
(Hayvan haklarıyla ilgili soru üzerine) Bizim dışımızdaki bütün canlıların hakkını ve hukukunu kurumak lazım. Kurdun, kuşun, köpeğin ne olursa bütün canlıların hakkını korumak lazım. Beni en çok orman yangınlarında kaplumbağaların bir yere gidememesi ve onların yanması. Anız yakılıyor, anız yakıldığında pek çok canlı hayatını kaybediyor. Bir ara Diyanet İşleri Başkanlığı’na, ‘ne olursunuz bu anız yakmalarının en azından günah olduğunu, canlıların yandığını burada ifade edin, diye o da ‘birkaç kez bu konuda duyuru yaptık’ diye de bana söyledi. Doğru, canlıların hepsinin hayatını kurtarmamız lazım ve onlara sahip çıkmamız lazım. Çünkü onlar olmasa zaten biz olmayız. Dolayısıyla bütün canlıları korumak gerekiyor.
“NE EV NE DE ARABA ALMA ŞANSINIZ YOK, BUNUN ÇÖZÜM YOLU İSTİHDAM ALANI YARATMAK VE DOLAYISIYLA TÜRKİYE’Yİ BÜYÜTMEKTEN GEÇER”
(Cumhurbaşkanı olduğu takdirde gençlere yönelik adımlarının ne olacağı sorusu üzerine) Kişi başına gelir çok düştü. 12 bin dolardan bazı illerde 7 bin dolara bazı illerde 8 bin dolara düştü. Daha önce asgari ücretin iki buçuk katı olan en düşük memur aylıkları asgari ücretin de altına düştü bazı yerlerde… Dolayısıyla sizin ne ev ne de araba alma şansınız yok. Bunu baştan ifade edeyim. Bunun çözüm yolu birisine bağışta bulunmak değil, kişi başına geliri artırmak, milli geliri artırmak, üretimi artırmak, istihdam alanı yaratmak ve dolayısıyla Türkiye’yi büyütmekten geçer. Türkiye’yi büyütürken de vergi politikasıyla ve bütçe politikasıyla gelir dağılımını dengelemeniz lazım. Bu bugünden yarına olacak bir şey değil. Bu ancak belli bir zaman dilimi içinde planlama yapılarak ancak sağlanabilir. Bütün dünya da böyle yapıyor. Var olan hükümet, Devlet Planlama Teşkilatı’nı kapattığı için böylesine garabet bir durum ortaya çıktı.
“KENTSEL DÖNÜŞÜM İSTANBUL’DA YAPILMASI GEREKİYOR AMA KENTSEL DÖNÜŞÜM UZUN SÜREDİR YAPILMIYOR”
İstanbul için çok geç kalındı kentsel dönüşümde… Bir arkadaşımız söyledi, ‘deprem bölgesinden konteynerler gelecek’ falan zaten bu konteynerlerin sökülmesi, ambalajlanması ve bir yerde tutulması lazım. Bir yerde deprem olduğu zaman süratle o konteynerlerin tekrar, bunu yapacak olan da AFAD’dır veya Kızılay’a devredilir, Kızılay’ın yapması lazım. AFAD’ın bağımsız bir kuruluş olarak ortaya çıkması, ayrı bir bütçe olması ve kent planlaması konusunda, tek yetkili olması lazım. Böylece fay hatları üzerinde AFAD’ın konut yapılmasına izin vermemesi lazım. AFAD’ın böylece yeniden sıfırdan planlanması gerekiyor. Kentsel dönüşüm İstanbul’da yapılması gerekiyor ama kentsel dönüşüm uzun süredir yapılmıyor İstanbul’da çünkü birden fazla kişi yetkili ve bu yetkililer bir araya gelemiyorlar ve karar veremiyorlar. Ciddi bir sorun var. Bunun için bir özel yasanın çıkması lazım kentsel dönüşümle ilgili bu özel yasa çerçevesi içinde sorunun çözülmesi gerekiyor.
“BİR KİŞİNİN KALKIP DA ‘ASKERİ ÇEKİYORUZ, BEYLER YARIN SABAH ŞURAYA GİDİYORUZ’. OLMAZ, DEVLET BÖYLE YÖNETİLMEZ”
(Cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda Suriye ve Irak’ta PYD terörü bitmeden Türk askerinin çekilip çekilmeyeceği sorusu üzerine) Afyon’la ilgili evet muhafazakar bir yer biliyorum. Milliyetçi bir damarı oldukça güçlü olan bir yer onun da farkındayım. ‘Vatana ve bayrağa oy veriyorlar’ diyorsunuz evet vatan ve bayrak dediğiniz zaman akan sular bir anlamda duruyor. Suriye’de, Irak’ta asker çekilecek mi? Bakın arkadaşlar devlet ayrı bir organdır. Ben ‘çekilecek’ dediğim zaman devlet hemen gidip de bunu çekmez. Bizim kuracağımız devlette, inşa edeceğimiz devlette Milli Güvenlik Kurulu vardır. Milli Güvenlik Kurulu’na siz danışmadan, ‘askeri çekeceğiz, çekmeyeceğiz, ne diyorsunuz’ demeden, bir kişinin kalkıp da ‘askeri çekiyoruz, beyler yarın sabah şuraya gidiyoruz’. Olmaz, devlet böyle yönetilmez. Devlet kendi çıkarları üzerine, ülkenin çıkarları ve o ülkede yaşayan insanların çıkarları üzerine politika oluşturur. O çerçevede bakmak lazım. Elbette ki bizim askerler geri çekilecek ama Türkiye gerekli güvenliği aldıktan sonra o askerlerimiz çekilecek. O güvenliği almadan siz çekerseniz başka sorunlar çıkar karşınıza bunu böyle bilmenizi isterim.
“DEPREMİN İKİNCİ GÜNÜ HİÇBİR LİDER DAHA O BÖLGEYE GİTMEMİŞKEN O BÖLGEYE GİDEN KİŞİ BENİM”
Korku ikliminden toplumun kurtulması lazım. Korku ikliminin olduğu bir yerde insanlar düşüncelerini özgürce açıklayamazlar onu ifade edeyim. Liderler ileri görüşlü olmalıdır ama liderler ileri görüşlü olacak ama liderleri yönlendiren devletin bürokrasisidir. Devlet ayrıdır, siyasi partiler ayrıdır. Devlet ayrıdır, Kılıçdaroğlu ayrıdır. Devlet ayrıdır, Erdoğan ayrıdır. Erdoğan devlet değil, ben de devlet değilim. Devlet bakidir, siyasi partiler geçicidir. Şöyle bir algı yerleştiriliyor, ‘bir kişi geliyor devlet odur.’ Öyle bir devlet yok dünyada, 21’inci yüzyılda öyle bir devlet yok. Dolayısıyla devletin hafızası bürokrasidedir ve bürokrasisinin de liyakatle oluşturulması lazım. Yani işi ehline teslim etmeniz lazım. Siyaset, ana ilkeyi belirler, bürokrasi ona uygun olarak yasal alt yapıyı hazırlar ve o çerçevede hareket eder. Dolayısıyla ‘zor koşullarda oy kullanıldı’ dediniz. Evet zor koşullarda oy kullanıldı. Ben depremin ikinci günü hiçbir lider daha o bölgeye gitmemişken o bölgeye giden kişi benim. Depremzedelerle oturup konuşan kişi benim. Feryat edenleri dinleyen kişi benim ama o gürültü ve patırtı içerisinde herkes can derdindeydi, herkes mal derdindeydi bir şekliyle… Hiçbir ayrım yapmadığımı da ifade edeyim. Ben AK Parti’nin kurduğu çadırkente de gittim, CHP’nin kurduğu çadırkente de gittim. Onlara da teşekkür ettim, onlara da teşekkür ettim. Çünkü sonuçta bu ülkenin insanı büyük bir acı yaşıyor, o acı hepimizin ortak acısı bu çerçevede baktım.
“KONUTLARIN NASIL YAPILACAĞINI ANLATAN SİYASETÇİ DEĞİL, KONUTLARIN NASIL YAPILACAĞINI ANLATAN DEVLET MEMURLARI”
Bir eleştiri, deprem bölgesinde yapılan yardımlar dolayısıyla oy çıkmadı vesaire şöyle oldu diye bir eleştiri, insanlık açısından onu söyleyen kişinin insan olmadığına inanan birisiyim. Yüreğinde sevgi olan, insan sevgisi olan birinin öyle bir cümle kurmaması gerekir. Zaten onun da tamamen provokasyon olduğuna inana birisiyim. Ben hiçbir CHP’linin böyle bir ifade kullanacağını sanmıyorum. Hemen sordum zaten, ‘bunlar kim, bizim CHP’lilerse hemen partiden atalım’ diye… Yok öyle bir şey ama varsa öyle bir şey buluyorsanız, saptıyorsanız asla tutmayız. Tabana hitap edemiyor dediniz CHP, haklısınız tabana hitap edemiyor olabilir. Biraz daha entelektüel takılıyor, halkın anlayacağı dille bunu ifade edemiyor, haklısınız burada… Konutların nasıl yapılacağını anlatan siyasetçi değil, konutların nasıl yapılacağını anlatan, gelen size devlet memurları ama devlet memurlarını siz partili olarak görüyorsunuz. Onlar parti memuru değil onlar devletin memuru, devletin memuru gelecek, binaları, evleri, yolları, köprüleri nasıl yapacak bunu anlatır size ama bürokrat partileştiği için farklı bir algı çıkıyor ortaya onun da altını çizmek isterim.
“DEPREM BÖLGESİNDE ÇADIRDA DA KALDIM. ORADAKİ İNSANLARIN DRAMINI DA BİLİYORUM”
‘Neden sizi göremedik?’ Dediğim gibi ben geldiğimde hiçbir siyasi partinin genel başkanı gelmemişti ama sizinle karşılaşmadık. Ben gecenin 2’sinde Samandağ’a gittim, İskenderun’a gittim. Dediğim gibi bütün yerleri gezdim ve ben 3 kez gittim deprem bölgesine, deprem bölgesinde çadırda da kaldım. Oradaki insanların dramını da biliyorum. Arsuz’da gece yattım, soğukta elbisemi çıkarmadan, üstüme bütün yatakları çektiğim halde sabaha kadar soğukta uyuyamadık ben bunu gayet iyi biliyorum. Bunu bizzat ben yaşadım. Dolayısıyla sizin yaşadığınız acıların tümünü yaşayan bir kişiyim onu da bilmenizi isterim.
“10 BİN LİRAYI ERDOĞAN CEBİNDEN VERİYORSA EYVALLAH AMA BENİM PARAMI VERİYOR, SİZİN PARANIZI VERİYOR. DEVLETİN PARASINI VERİYOR”
‘Recep Tayyip Erdoğan bize 10 bin lira veriyor.’ İşte burada bir yanlış yapıyorsunuz. 10 bin lirayı Erdoğan cebinden veriyorsa eyvallah ama benim paramı veriyor, sizin paranızı veriyor. Devletin parasını veriyor. Devletin parasını AFAD veriyor. AFAD kim? AK Parti’nin yan kuruluşu olsa eyvallah ama değil. Devletin kuruluşu… Devlet size yardım ediyor. 85 milyondan topladığı vergilerden size yardım edecek. Buna kimse karşı çıkmaz ama ‘bunu Erdoğan yapıyor’ derseniz o ayrı bir şey, Erdoğan’ın oluşturduğu politika derseniz ben bunu kabul ederim ama yardımı yapan devletin kendisidir, parti değildir.
(Atatürk milliyetçiliğinde Türk yerine Türkiyeli kavramı olup olmadığı sorusu üzerine) Bir hukukçu arkadaşımız Türk, Türkiyeli diye aslında Türkiyeli demedim. Türkiye kökenli iki Alman vatandaşı dedim. Covid-19 aşısını bulan, Türkiye kökenli, kökleri Türkiye’de olan iki Alman vatandaşı diye ifade ettim.
“BEN TAKTIĞI BAŞ ÖRTÜSÜ DOLAYISIYLA EVİNE GİTTİĞİMDE ÇOCUKLAR GİBİ AĞLADIĞINI BİLİYORUM”
Başörtülü bir arkadaşımızın söylediği arada bir 10 sene var diyorsunuz, dolayısıyla helalleşme kolay mı diyorsunuz. Hayır kolay değil ben öyle bir şey söylemedim. Tam tersine zor bir şeydir ve mağdur olanın yaşadığı mağduriyeti bilmeniz lazım. Ben taktığı başörtüsü dolayısıyla evine gittiğimde çocuklar gibi ağladığını biliyorum, öğretmen kadının nasıl ağladığını biliyorum. Onun derdinin ne olduğunu da gayet iyi biliyorum. Gidip onu ziyaret ettim, onun derdini dinledim. Müfettişlere nasıl ifade verdiğini, hangi sıkıntılara girdiğini, mesleği nasıl bırakmak zorunda kaldığını, bütün bunları anlattı. Ben sadece bir örnek verdim, Ankara’daki bir örnek… Pek çok yerde bunun örneğini verebilirim.
Sadece o değil… Kuzey Irak’ta 2 askerimiz yakılarak öldürüldü, yakılarak. Bunların katillerinden biri Türkiye’ye geldi ve serbest bırakıldı. Biz bir gazeteci arkadaşımızın yazması üzerine bu tekrar tutuklandı ve hapse atıldı. Bunu kim serbest bıraktı, nasıl serbest bırakıldı bu? Bilmiyoruz. İkinci askerin ailesi hala cenazesi dahi yok, Konya’da o aileye de gittim. Onları da ziyaret ettim. Diyorsunuz ki, ‘bu bir politik maske mi?’ Benim maske takmaya hele hele öyle bir ihtiyacım da yok. Sonuçta bir mağduriyet var, bu mağduriyetin giderilmesi lazım. Bu mağduriyetin aktörü de biz değiliz aslında, aktörü devletin kendisi aslında… Onlar yaptı. Bu dönemde iktidar olmadık ki bütün suç bizim üstümüzde ama bu olayın ortaya çıkması ve devletin bir kanadı bunu desteklerken biz de onu destekledik. Bizim kabahatimiz orada yoksa başka bir yerde kabahatimiz yok.
“İŞSİZLİK KONUSU TÜRKİYE’NİN EN TEMEL SORUNLARINDAN BİRİSİDİR”
İşsizlik konusu Türkiye’nin en temel sorunlarından birisidir biliyorum. Muhtarlara birer yardımcı vermek gerekiyor. Belli sayıdaki nüfusa bakan muhtarlara vermek gerekiyor. Evet birer yardımcı vermemiz lazım. Muhtar bir yere gittiği zaman en azından açık kalmalı. Hele şimdi binlerce icra dosyası geliyor ve muhtarın bunu tek başına yapma şansı yok. Bizim bazı belediyelerimiz muhtarlara yardımcı veriyorlar, evet bu bir sorunu çözüyor biraz ama o muhtar, Belediye aleyhine bir şey söylerse, ‘ben elemanımı geri çekiyorum’ der. Biz vermeliyiz ki gerekirse muhtar belediye Başkanını rahatlıkla eleştirebilsin.”
“GÖRÜŞLERİMİZ FARKLI OLABİLİR AMA BİRBİRİMİZE SAYGILI OLMALIYIZ. KUTUPLAŞMADAN ÇEKİNMELİYİZ, KUTUPLAŞMAMALIYIZ”
Kemal Kılıçdaroğlu, programın kapanış konuşmasında sözlerini şöyle bitirdi:
“Birinci aşamada da aslında gelmek istiyordum ama şartlar izin vermedi onun nedeni de şu, aynı gün birden fazla ile gidip miting yapmak zorundaydım. Bazen 3 ile bazen 4 ile, dolayısıyla gelme şansım yoktu. Şimdi ise bu şans doğdu çünkü ikinci tura kalınca miting yapmamaya karar verdik. Sizler de lütfedip kabul ettiniz ben de geldim. Ben ayrıca şunu da istedim her görüşte arkadaşın olmasını ve özgürce soru sorabilmelerini artı benim de samimi olarak cevap vermemi bekliyorlar. Dolayısıyla buradaki temel mesele şu, birbirimizi daha iyi anlamalıyız yani görüşlerimiz farklı olabilir, elbette olabilir. Niye farklı olmasın? Görüşlerimiz farklı olabilir ama birbirimize saygılı olmalıyız. Kutuplaşmadan çekinmeliyiz, kutuplaşmamalıyız. Eğer kutuplaşırsa toplum ayrışır, toplum kavga eder, kimlikler üzerinden siyaset yapmayalım. Siyaseti, depremzedenin evini nasıl yapacağız? İşsizlik sorununu nasıl çözeceğiz? Fiyatlar artıyor, nasıl olacak? Doların nereye gideceği belli değil, nasıl olacak? Kişi başına gelir düşüyor. Bütün bunların hepsini düşünüp bunları çözüm üretmemiz gerekiyor. Ama bir bakıyorsunuz bir yerlerde bir afişler, bir pankartlar, ‘sen şunu yaptın, sen bunu yaptın’ ‘vallahi ben yapmadım’ ‘yok sen yaptın.’ Tam tersine kısır, bir garip sürecin içine Türkiye sokuldu buradan çıkmamız lazım. Hiç endişe etmeyin ikinci turda kazanacağız.”
Yorum Yazın