Kürşad Zorlu'dan yerel seçim açıklaması
İYİ Parti Sözcüsü Kürşad Zorlu, yerel seçimlerde diğer partilerle işbirliği yapılması ile ilgili soru üzerine, “Amacımız bu seçimlere girmek üzere hazırlanarak 81 ilde adaylarımızı çıkarma hedefiyle bütün teşkilatlarımızla bütünleşerek bu seçimlere hazırlanmaktır. Farklı bir doğası var yerel seçimlerin, farklı işbirliklerine açık olan bir yapılanması var. Bununla ilgili önümüzdeki aylarda yetkili kurullarımızı değerlendirirler” dedi. Zorlu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ arasında yapılan protokol için de, “Sayın Kılıçdaroğlu’nun bir televizyon programında şu ifadesi önemlidir; ‘İki kişinin namusuna emanet edilmiş bir metin’ denildi. Bunun özellikle kamuoyumuz tarafından hassasiyetle irdelenmesi gereken bir ifade olduğunu söylemek isterim. Bu bizim dışımızda bir olaydır” yorumunu yaptı.
- Ege Postası
- 24.07.2023 - 16:38
İYİ Parti Sözcüsü ve Ankara Milletvekili Kürşad Zorlu, bugün genel merkezde basın toplantısı düzenledi. Zorlu, şunları söyledi:
“Bugün 24 Temmuz 1923 ve Lozan Barış Antlaşması’nın 100. yıl dönümünü kutluyoruz. 11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın değerini anlamak için Mondros Ateşkes Antlaşması’na, Lozan Barış Antlaşması'nı anlamak içinse Sevr Antlaşması’na bakmak gerekir. Bugün işte gerçek ve gerçekleşmiş Türkiye yüzyılını, yüzyıl önce Lozan Antlaşması temin etmiştir.
“LOZAN ANTLAŞMASI, TÜRKİYE'NİN ULUSLARARASI ALANDA RESMEN TANINMASININ BELGESİDİR”
Bu yüzyıl, Lozan Barış Antlaşması temelinde 29 Ekim 1923'te; bağımsız, çağdaş bir millî devletin kuruluşunu sağlamıştır. Lozan Antlaşması, Türkiye'nin uluslararası alanda resmen tanınmasının belgesidir. Yine Lozan’la başlayan Türkiye yüzyılında; Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Hatay’ın ana vatana katılması, Kıbrıs Türklüğünün önünü açan Londra ve Zürih Antlaşmaları ve nihayetinde 20 Temmuz 1974'te Kıbrıs Barış Harekâtı'nın temelleri atılmıştır.
Aslında Lozan’da elde edilen kazanmalar Sovyetlerin 1991'de dağılmasının ardından Türk Dünyası’nın her bir devletini Türkiye'nin ilk tanıyan ülke olması ayrıcalığıdır. İşte bu sebeple Lozan Barış Antlaşması, Cumhuriyet yıkıcılarının ve Türkiye düşmanlarının canını sıkan bir sebep-sonuç ilişkisine sahiptir.
O gün Lozan Konferansı’nda İtilaf Devletleri ‘Şark meselesi’ diyerek bağımsız bir Türk devletine nasıl karşı durdularsa; bugün de Lozan’daki kazanımlarımızı benzer bir anlayışla örselemeye ve hatta ortadan kaldırmaya yönelik yaklaşımlar varlığını sürdürmektedir.
“LOZAN ANTLAŞMASI’NIN NE HERHANGİ BİR MADDESİNDE NE DE PROTOKOLLERİNDE BUNA İLİŞKİN BİR HÜKÜM YOKTUR. LOZAN SÜRESİZDİR”
Hatırlamak gerekir ki; Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan antlaşmalardan hiç birisi bugün geçerli değildir. Lozan bir istisnadır. Hatta 2. Dünya Savaşı’ndan sonrakiler de geçerliliğini yitirmişlerdir. Bu arada Lozan'ın süresi yoktur. Bazılarının; ‘Bu antlaşma 100 yıllıktır’ şeklindeki sözleri tamamen yalandır. Lozan Antlaşması’nın ne herhangi bir maddesinde ne de protokollerinde buna ilişkin bir hüküm yoktur. Lozan süresizdir.
Atatürk Lozan için şöyle diyor; ‘Bu antlaşma Türk milletine karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış, Sevr antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildiren belgedir.’
“LOZAN ASLINDA ASKERÎ ZAFER ÜZERİNE YAPILAN BİR UZLAŞIDIR”
Lozan'da 1. Dünya Savaşı’ndan sonra itilaf devletleriyle eşit şartlarda masaya oturan tek devlet Türkiye’dir. Türkiye Lozan Barış Antlaşması’nı 7 devlet ile imzalamış ve 7 ay gibi bir süre boyunca âdeta 7 düvel ile boğuşmuştur. Lozan aslında askerî zafer üzerine yapılan bir uzlaşıdır. Burada elbette bir takım karşılıklı adımlar atılmıştır. Ancak karşı tarafın attığı adımlar çok daha büyüktür.
Yıllardır büyük iktisadi menfaat sağladıkları kapitülasyonlar kaldırılmıştır. Sevr'de söz edilen ve Doğu Anadolu'da kurulması kararlaştırılan sözde devletlerin Lozan'da sözü dahi edilmemiştir. Azınlık hakları Türkiye'nin istediği adil biçimde karara bağlanmıştır. Bu antlaşma sonucunda Musul meselesi gibi bazı konularda Misak-ı Millî hedefine tam olarak ulaşılamasa da hem ciddi kazanımlar elde edilmiş hem de yeniden savaşa girmenin yol açacağı daha büyük sıkıntılar önlenmiştir.
“SON İKİ YILA BAKILDIĞINDA ARAÇ FİYATLARINDA YÜZDE 300 İLE YÜZDE 440 ARASINDA DEĞİŞEN ARTIŞLAR SÖZ KONUSUDUR”
Mutlu bir azınlığın dışında hemen her sektörde pek çok meslek grubunun yaşam koşulları kötüye gitmekte ve en önemlisi orta sınıf tamamen kaybolmaktadır. Dünün orta sınıfı artık yoksul, yoksulluk ise açlık sınırının altında yaşamak demektir. Öyle ki Türkiye ortalamanın altında bir eğitim, ortalamanın altında bir gelir ve ortalamanın altında bir demokrasi tuzağına düşmüş durumdadır. Ülkemizde bırakın bir ev almayı, bir araba almak milyonlar için hayal hâline gelmiştir. Son iki yıla bakıldığında araç fiyatlarında yüzde 300 ile yüzde 440 arasında değişen artışlar söz konusudur.
Siyasi iktidar bu kez de sözünde durmayarak emeklilerimizi gözden çıkarmıştır. Sayın Erdoğan; ‘Memura, emekliye bütçe imkânları dâhilinde en iyi zammı verdik’ dese de asıl önemli olan şeyi gözden kaçırmaktadır. Bu delik deşik bütçe koşullarını ortaya çıkaran kendi yönetimleri ve aldıkları kararlardır.
“BENZİN FİYATI 7,3 TL İKEN TEMMUZ 2023’TE 34,5 TL’YE GELEREK 4.7 KAT ARTMIŞ”
Hatırlarsanız yaklaşık 2 yıl önce yeni ekonomi modeli deyip bazı kararlar aldılar. Gerçi sonra ‘Rasyonaliteye dönmemiz lazım’ diyerek çark ettiler. Ama bakın o kararları aldıkları Eylül 2021’de Merkezi Yönetim Bütçe Açığı 23,6 milyar TL iken 2023 yılı Haziran ayında merkezi yönetim bütçe açığı 219,6 milyar TL’ye varmış. Yani 9,5 kat artmış. Düşünün ki 2021 yılının tamamında bu açık 192 milyar TL idi. Devam edelim, bütçe koşullarının nasıl bu hâle getirildiğine…
Benzin fiyatı 7,3 TL iken Temmuz 2023’te 34,5 TL’ye gelerek 4.7 kat artmış. Yarın 2 lira daha zam geleceği söyleniyor. Aynı kara Eylül’de dolar kuru 8,4 TL iken 2 yıl sonra 27,5 TL’ye ulaşmış ve 3.3 kat artmış.
Yine son 2 yılda kiralık konut ilanlarındaki ortalama m2 fiyatı ülke genelinde yüzde 494 artmış. İşte böyle bir tablo karşısında suçluyu bütçe koşullarında bulan siyasi iktidar; ‘Bütçeyi delenin hiç mi suçu yok’ demekten kaçmaktadır…
Bakın bir emekli vatandaşımız 2 yıl önce maaşıyla 359 litre benzin alabilirken bugün 217 litre alabiliyor. Ve ortalama m2 fiyatı üzerinden 2 yıl önce maaşının tümüyle 132 m2 ilk bir ev kiralayabilirken şimdi 63 m2 kiralayabiliyor. Yazıktır, ayıptır, günahtır.
“BUGÜN SİZ SADECE EMEKLİLERE HAK ETTİKLERİNİ GASP ETMEKLE KALMADINIZ, ONLARI AÇLIK SINIRININ DA ALTINDA BIRAKTINIZ”
Bugün siz sadece emeklilere hak ettiklerini gasp etmekle kalmadınız, onları açlık sınırının da altında bıraktınız. Hiç mi düşünmüyorsunuz, hayatlarının geri kalanında huzurlu ve mutlu bir yaşam sürmeleri gerekirken siz onların en temel haklarını ellerinden aldınız. Emeklilik, artık çalışanın neredeyse en büyük korkusu hâline gelmiştir. Çok uzak bir zamandan bahsetmiyorum, yakın zamana kadar insanlar emekli ikramiyesi ile ev alıyordu ev! Şimdi ise değil ev almak, araba bile almak imkânsız…
“BUGÜN BİR ÇALIŞAN EMEKLİ OLDUĞU TAKDİRDE GELİRİNİN YAKLAŞIK YÜZDE 58’İNİ KAYBETMEKTEDİR”
Bugün en düşük emekli maaşı açlık sınırının yüzde 70’ine, asgari ücretin yüzde 65’ine tekabül etmektedir. SGK, Bağ-Kur ve memur emeklileri ile birlikte düşünüldüğünde yaklaşık 15 milyon vatandaşımızın yüzde 70’i açlık sınırı altında bir ücretle yaşamaktadır. Yoksulluk sınırı ise en düşük emekli maaşının 4 buçuk katına ulaşmış. Türkiye bir asgari ücretli ülkesi hâline gelirken çalışanlar ile emekliler arasındaki gelir makası açılmıştır. Bugün bir çalışan emekli olduğu takdirde gelirinin yaklaşık yüzde 58’ini kaybetmektedir. Bu gelir kaybı 2003’te yüzde 27’de idi.
İşçiyi, memuru, emekliyi enflasyona karşı korumanın yolu sadece enflasyon kayıplarını telafi etmekle değil enflasyonun kendisini kontrol etmekle oluyor. Ve üzülerek görüyoruz ki Merkez Bankası’nın kararları enflasyonla mücadele konusunda pek de ciddiyete işaret etmiyor. Bir hükûmetin gayesi vatandaşın refahını artırmak değil de sadece seçim kazanmak olunca böyle bir tutum da netice de kaçınılmaz oluyor maalesef.
Biz daha önce de taahhüt etmiştik; ‘En düşük emekli aylığı asgari ücretten az olmamalı’ demiştik. Bu sebeple emekliye de derhâl seyyanen zam verilmelidir. Bu teklifimiz de maalesef iktidar oylarıyla reddedildi.
“MECLİS’TE ARA VERMEDEN YÜCE TÜRK MİLLETİNİN TEMEL SORUNLARINI ÇÖZMEK ADINA ÇALIŞMAYA DEVAM EDELİM”
Her şeye rağmen siyasi iktidara bir kez daha sesleniyoruz. Hatanızdan daha fazla geç olmadan dönünüz. Gelin, yarın olağanüstü toplanan Meclis’te hem emeklilerimizin sıkıntılarını hem de ekonomide yaptığınız yanlışları tekrar görüşelim. Meclis’te ara vermeden yüce Türk milletinin temel sorunlarını çözmek adına çalışmaya devam edelim. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde böyle bir çalışmaya daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bir dönem olmamıştır. Vatandaşımız umutsuz, mutsuz ve çaresizken Meclis’in çalışmalara devam etmesi onların vekilleri olarak bizlerin asli görevidir.
Değerli basın mensupları, benzinden sonra zam furyası ilaçta da devam ediyor! İlaç fiyatlandırmasında kullanılan döviz kuruna yüzde 30,5 zam yapıldı. Ortadaki problem o kadar büyük ki gerçek kurun 30 TL olduğu bir ortamda ilaç sıkıntısı yine ortadan kalkmayacağı gibi vatandaşın çilesi artarak devam edecek. Zira Türkiye’de ilaç sektörü geçen yılki hacmin yüzde 45’ni ithalat yoluyla gerçekleştirmiş. Yerli üretimde kullanılan ana etken maddenin de yüzde 90’ı ithal.
“İKTİDARIN YANLIŞ VE ÖNGÖRÜSÜZ POLİTİKALARI SEBEBİYLE SIĞINMACI YÜKÜ HER ALANDA TAŞINAMAZ BİR HÂLE GELMİŞTİR”
Böylesine stratejik bir sektörde dışa bağımlıyız. Bu sebeple hayati öneme sahip ilaçlara vatandaşımızın erişim oranı sadece yüzde 15 dolayındadır. Tabii bunda sayıları 10 milyonu aşan Suriyeli sığınmacıların ve kaçak yabancıların da etkisini unutmamak gerekir. Elbette insanların sağlık ve ilaç hakkı var. Ancak iktidarın yanlış ve öngörüsüz politikaları sebebiyle sığınmacı yükü her alanda taşınamaz bir hâle gelmiştir. Bakın her ay kayıtlı sığınmacılardan dolayı en az 1 milyon, yılda 12 milyon reçeteye devlet ödeme yapmaktadır. Hatta 3-6 ay arasında yaşanan gecikmeler sebebiyle birçok eczane diğer vatandaşlarımıza hizmet vermekte zorlanmaktadır. Öyle ki geçici koruma kapsamındakilerin kamplardan tamamen çıkarak artık tüm ülke sathına yayılmaları özellikle büyükşehirlerde ilaç sıkıntısına artırıcı bir etki yapmaktadır.
İşte bununla birlikte sığınmacı ve demografi sorunu ülkemizde azalmadığı gibi büyüyerek devam ediyor. Bazı bölgelerimizde sığınmacı nüfusunun Türk vatandaşlarımızın nüfusunu geçtiğini üzülerek görmekteyiz.
“TÜRK YURDU HATAY VE HATAY GİBİ ONLARCA ŞEHİRLERİMİZ DE TEHLİKE ALTINDADIR”
Bunlardan biri de dün ana vatana katılmasının 84. yılını kutladığımız Hatay. Bugün ne yazık ki Hatay’ın demografik durumu giderek milletimizin aleyhine değişmektedir. Buna bir son verilmediği takdirde Türk yurdu Hatay ve Hatay gibi onlarca şehirlerimiz de tehlike altındadır. Oysa Türkiye Cumhuriyeti’nin demografik yapısının korunmasına yönelik olarak Mustafa Kemal Atatürk 1934 yılında bugünleri düşünerek yüzde 10 yabancı sınırlaması getirmişti. Ancak siyasi iktidarın yanlış politikalarıyla bu sınırlama 2006 yılında üzülerek söylüyorum ki kaldırılmıştır. Esas hedef, ivedilikle geri gönderme sürecinin başlatılması olmalıdır. Atatürk’ün getirmiş olduğu yüzde 10 yabancı sınırının yeniden getirilmesi süreci hızlandıracaktır. Vatandaşımızın isteğinin de bu yönde olduğunu görüyoruz. Bu hususla ilgili TBMM Başkanlığına verdiğim yazılı soru önergesi ile milletimizin merak ettiği ve çözüm beklediği soruları İçişleri Bakanı Sayın Ali Yerlikaya’ya sordum ve cevaplarını en kısa zamanda beklediğimizi de Türk milleti adına buradan dile getirmek istiyorum.”
KILIÇDAROĞLU-ÖZDAĞ PROTOKOLÜ
Kürşad Zorlu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ arasında yapılan protokole ilişkin soruya şu yanıtı verdi:
“Biz en baştan bu yana şeffaflık ilkesini ayakta tutmak adına büyük mücadele verdik. Genel Başkanımız seçim öncesinde de sonrasında da bu ilkeye sadık kalarak büyük bir özveriyle yürüttü. 2 Mart’taki toplantıda bir bilgiyi özellikle paylaşmak isterim. Genel Başkanımız o toplantıda geçiş süreci yol haritasının belirlenmesi konusunda olan öneri karşısında öncelikle Cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi gerektiğini çünkü aksi durumda bir pazarlık gibi anlaşılabileceğini bunun da İYİ Parti’nin ilkelerine uymadığı yönünde bir iradesini ortaya koydu. Biz en başından bu yana şu ilkeyi ayakta tutmaya çalıştık; seçim sonuçlarını göreceğiz, milletimiz bize ne söyleyecek. Oy oranları ortaya çıktıktan sonra eğer ülke yönetimi ittifaka verilmiş ise seçilecek Cumhurbaşkanı başkanlığında bu oy oranına göre hangi partilere hangi sayıda hangi bakanlıkların düşeceği konusundaki yol haritamızı ortaya koymuş olduk.
“BU CÜMLE GERÇEKTEN TÜRK SİYASETİNİN BUGÜNÜ VE YARINLARI İÇİN ÖNEMLİ İFADEDİR”
Sayın Kılıçdaroğlu’nun bir televizyon programında şu ifadesi önemlidir; ‘İki kişinin namusuna emanet edilmiş bir metin’ denildi. Bunun özellikle kamuoyumuz tarafından hassasiyetle irdelenmesi gereken bir ifade olduğunu söylemek isterim. Bu bizim dışımızda bir olaydır. Bu cümle gerçekten Türk siyasetinin bugünü ve yarınları için önemli ifadedir. Bununla birlikte yapılan protokolden genel başkanımızın haberi yoktur. O tarihte 7 maddelik bir mutabakat metni yayınlanmıştı. O gün bu metindeki yer alan ifadelerin bizim de politikalarımıza, milletimizin hassasiyetlerine aykırı olmadığından bahisle bunda bir sakınca görmediğimizi genel başkanımız milletimizle paylaştı. Ama henüz hangi bakanlıkların hangi partiye verilmesi kararlaştırılmamışken ortaya çıkan protokol elbette doğru olmadığını ortaya koyduk.”
“FARKLI BİR DOĞASI VAR YEREL SEÇİMLERİN, FARKLI İŞBİRLİKLERİNE AÇIK OLAN BİR YAPILANMASI VAR”
Zorlu, yerel seçimlere ilişkin sorulan soruyu şöyle yanıtladı:
“Amacımız bu seçimlere girmek üzere hazırlanarak 81 ilde adaylarımızı çıkarma hedefiyle bütün teşkilatlarımızla bütünleşerek bu seçimlere hazırlanmaktır. İşbirliği kavramı Türk siyasetinde getirilen yeni sistemle hukuken mevcut olan bir durumdur. Farklı bir doğası var yerel seçimlerin, farklı işbirliklerine açık olan bir yapılanması var. Bununla ilgili önümüzdeki aylarda yetkili kurullarımızı değerlendirirler.”
Yorum Yazın