Bir zamanlar Karşıyaka istasyonu
Zamanın bir yerinde, Karşıyaka tren istasyonu gece yarısı ürkütücü bir mabet gibi ıpıssızdı. Kısa pantolonlu küçük çocuk, yolcu salonunda tahta kanepelerin bir köşesinde güvercin tedirginliği ile uyurken… Fikret Kalmuk’un dediği gibi nerden bilecekti bir zamanlar o tahta kanepelerde ”Karşıyakalı Arnavut Selim’in Perihan’ı nasıl öptüğünü'”
İri yapılı istasyon bekçisi, yarı karanlık yolcu salonunda uyurken yakaladığı çocuğun kulağını... mengene gibi güçlü parmaklarıyla buruyor, büküyordu... çocuk ağlamaya başladı:
“Uf, ne olur yapma ağbi”
“Ülen hergele! Burada yatmanın yasak olduğunu bilmiyor musun'”
“Vallahi! Bilmiyordum ağbi.”
Lâfı ağzında yarım kaldı. Yüzünde aniden şaklayan müthiş bir tokatla kanepeden aşağıya yuvarlanan çocuk doğrulup kalkmak istedi. Öfkeli istasyon bekçisi, bu kez kürek gibi büyük eliyle sırtına gülle gibi bir yumruk inince tekrar yüzükoyun yere kapaklandı:
“Ne olur vurma ağbicim”
Bir yandan da elindeki trenci fenerini çocuğun yüzüne tutan istasyon bekçisi kudurmuş gibiydi; ayağının altına aldığı çocuğu kalın köseleli potinleriyle basa basa ezmeye başladı… yerde acıyla kıvranan çocuğu yakasından tutup ayağa kaldırdı:
“Düş önüme it! Götürüp seni nöbetçi şefe teslim edeyim de gör gününü,”
Dışarıda kış ortasıymış gibi bir ayaz çıkmıştı. Yediği dayaktan kan ter içinde kalan çocuk dışarıya çıkar çıkmaz iliklerine kadar üşüdüğünü hissetti… titremeye başladı. Sırtında deri montu bulunan istasyon bekçisi ayazı hissetmemişti ama boncuk boncuk terleyen yüzüne vurunca sinirlendi… küfür etmeye başladı… yürüdüler.
İstasyon şefinin odasında, iki eli yanında hazır ol vaziyette bekleyen küçük çocuğun gözlerindeki korkuya isyan eden duvar saati… ona yardım edemediği için elleri böğründe, tık tıklarıyla geceye sanki beddua ediyordu.
koltuğunda şekerleme yaparken uyandırıldığı için keyfi kaçan istasyon şefi ayağa kalkar kalkmaz çocuğu tokatlamaya başladı. Çocuğun başı döndü gözü karardı. Nefesi kesildi. Yere yığılırken baldırının üstüne müthiş bir tekme daha yiyince iki büklüm oldu… yalvarmaya başladı:
“Ölüyorum ağbi.”
“Tövbe mi ulan!' Söyle tövbe mi'
“Tamam, tövbe! Ağbicim. Vallahi tövbe!”
İteleyerek dışarıya çıkardığı çocuğun ense köküne müthiş bir tokat daha yapıştıran istasyon şefi arkasından bağırdı:
“Haydi defol! Seni bir daha buralarda görürsem gebertirim!”
Karşıyaka tren istasyonunun önünde sere serpe yere yuvarlanan küçük çocuk… vahşi bir hayvanın saldırısına uğramış gibi can havliyle seke seke koşarak, istasyonun arkasındaki Kilise sokağına girerek gözden kayboldu.
İri yapılı istasyon bekçisi, yarı karanlık yolcu salonunda uyurken yakaladığı çocuğun kulağını... mengene gibi güçlü parmaklarıyla buruyor, büküyordu... çocuk ağlamaya başladı:
“Uf, ne olur yapma ağbi”
“Ülen hergele! Burada yatmanın yasak olduğunu bilmiyor musun'”
“Vallahi! Bilmiyordum ağbi.”
Lâfı ağzında yarım kaldı. Yüzünde aniden şaklayan müthiş bir tokatla kanepeden aşağıya yuvarlanan çocuk doğrulup kalkmak istedi. Öfkeli istasyon bekçisi, bu kez kürek gibi büyük eliyle sırtına gülle gibi bir yumruk inince tekrar yüzükoyun yere kapaklandı:
“Ne olur vurma ağbicim”
Bir yandan da elindeki trenci fenerini çocuğun yüzüne tutan istasyon bekçisi kudurmuş gibiydi; ayağının altına aldığı çocuğu kalın köseleli potinleriyle basa basa ezmeye başladı… yerde acıyla kıvranan çocuğu yakasından tutup ayağa kaldırdı:
“Düş önüme it! Götürüp seni nöbetçi şefe teslim edeyim de gör gününü,”
Dışarıda kış ortasıymış gibi bir ayaz çıkmıştı. Yediği dayaktan kan ter içinde kalan çocuk dışarıya çıkar çıkmaz iliklerine kadar üşüdüğünü hissetti… titremeye başladı. Sırtında deri montu bulunan istasyon bekçisi ayazı hissetmemişti ama boncuk boncuk terleyen yüzüne vurunca sinirlendi… küfür etmeye başladı… yürüdüler.
İstasyon şefinin odasında, iki eli yanında hazır ol vaziyette bekleyen küçük çocuğun gözlerindeki korkuya isyan eden duvar saati… ona yardım edemediği için elleri böğründe, tık tıklarıyla geceye sanki beddua ediyordu.
koltuğunda şekerleme yaparken uyandırıldığı için keyfi kaçan istasyon şefi ayağa kalkar kalkmaz çocuğu tokatlamaya başladı. Çocuğun başı döndü gözü karardı. Nefesi kesildi. Yere yığılırken baldırının üstüne müthiş bir tekme daha yiyince iki büklüm oldu… yalvarmaya başladı:
“Ölüyorum ağbi.”
“Tövbe mi ulan!' Söyle tövbe mi'
“Tamam, tövbe! Ağbicim. Vallahi tövbe!”
İteleyerek dışarıya çıkardığı çocuğun ense köküne müthiş bir tokat daha yapıştıran istasyon şefi arkasından bağırdı:
“Haydi defol! Seni bir daha buralarda görürsem gebertirim!”
Karşıyaka tren istasyonunun önünde sere serpe yere yuvarlanan küçük çocuk… vahşi bir hayvanın saldırısına uğramış gibi can havliyle seke seke koşarak, istasyonun arkasındaki Kilise sokağına girerek gözden kayboldu.