'Sen hiç tütün ağacı gördün mü''
12 Eylül sonrasında demokrasiye geçiş döneminde, İzmir’de uzun yıllar valilik yapan Necdet Calp, Başbakanlık Müsteşarlığından ayrılarak Halkçı Parti’yi kurmuştu. Halkçı Parti İzmir’de örgütlenirken yaptığı çalışmayla Necdet Calp’in, büyük sevgisini kazanan, eski İl Daimi Encümen Üyesi İbrahim Yılmaz, 6 Kasım 1983’de yapılacak milletvekili seçimlerinde, Necdet Calp’in, kendisini seçilebilecek sıraya yerleştireceği umuduyla milletvekili aday adayı olmuştu.
Seçimlere bir ay kala açıklanan milletvekili aday listesinde, üç milletvekili çıkarak olan İzmir üçüncü bölgenin son sırasına konulunca adeta çılgına dönen İbrahim Yılmaz, hemen Halkçı Partinin genel merkezine telefonla ederek önüne gelene hakaret etti.
Muğla’dan milletvekili aday adayı olan can dostu Av. Erol Temelkuran’ın da başına aynı şey gelmişti. Listelerinin açıklandığı akşam, birbirlerine telefon ederek Basmane’deki meyhanelerin birinde buluşarak saatlerce kafa çektiler.
Oysa, ikisi de uykusuz duraksız, aç susuz, dağ bayır demeden günlerce, o köy senin bu köy benim diye dolaşarak, Halkçı Partinin örgütlenmesi için çalışmışlardı.
Son kadehlerinde, Ankara’ya giderek milletvekili aday adaylığından istifa etmeye karar verdiler. Gece saat on sularıydı; meyhaneden çıkar çıkmaz Erol Temelkuran’ın arabasıyla yola çıktılar.
Sabahın ilk ışıklarıyla geldikleri Ankara’da Cebecide bir lokantada kahvaltı yaptıktan sonra parti genel merkezine giderek, önlerine gelene küfür ede, ede hem adaylıktan istifa ettiler, hem adaylık için yatırdıkları parayı geri alarak İzmir’e döndüler.
Milletvekili adaylarının belirlenmesine birkaç gün kala, İzmir’deki Yeni Asır Gazetesinde, Hamdi Türkmen’in köşesinde bir haber yayınlanmıştı. Haberde, “HP İzmir Milletvekili Aday Adayı İbrahim Yılmaz’ın Birgi’de vatandaşlara, “Tütün ağaçlarınızı budadınız mı diye soru sorduğunu'” yazıyordu.
Kendisini çekemeyenler, “Gazeteyi alıp Genel Başkan Necdet Calp’e götürmüşler. Gazeteyi okuyunca sinirlenen Necdet Calp, İbrahim Ağabey’i telefonla arayarak: “ İbrahim Yılmaz, “Sen hiç tütün ağacı gördün mü'” diye azarladıktan sonra onu, İzmir 3. bölgenin birinci sırasından alıp üçüncü sırasına kaydırıverdi.!
İbrahim ağabey, seçim sonuçları ilan edildiği saatlerde özel idaredeki odasındaydı. Masasındaki transistorlu küçük radyodan İzmir üçüncü bölgede, Halkçı Parti’nin tüm milletvekilliklerini kazandığı duyunca, “Allah!” diye bağırdı… beyni kafatasından dışarıya fırlayacak gibi oldu... koltuğunda yığılıp kaldı. Gitti gidiyordu! Özel idarenin odacısı Sevindik, buzdolabından koşarak getirdiği bir sürahi buzlu suyu başından aşağı boca edince biraz kendine gelir gibi oldu…
Ayağına kadar gelen milletvekilliğini geri tepmesi, İbrahim Yılmaz’ı perişan etti. Evine kapandı. İnzivaya çekildi. Günlerce evden dışarıya çıkmadı. Bütün gün salondaki koltuğunda oturuyor ve hiç konuşmuyordu. Ne gazete okuyor… ne televizyon izliyordu. Dünyaya küsmüştü adeta. Eşi Sevim Hanım, onu teselli etmek için elinden geleni yapıyordu ama boşunaydı; bir tek kelime bile konuşmuyordu. Gözlerini bir noktaya dikerek saatlerce aynı yere bakıyordu. Yemeden içmeden kesilmişti. Zaten ufak tefek biriydi. Günden güne mum gibi eriyordu.
Seçimlerin üzerinden iki hafta geçmesine rağmen büyük bir şok içindeydi. Hafızası durmuştu sanki. Refleksleri yavaşlıyor, bakışları giderek donuklaşıyordu. Her gece yatma vakti gelince yatak odasına giderken elinden tutup yardım eden Sevim Hanım, birkaç gündür de küçük bir sünnet çocuğuymuş gibi pijamalarını giydirip yatağına yatırmaya başlamıştı.
Günlerdir gece gündüz gözüne uyku girmeyen İbrahim Ağabey, sonunda intihar etmeye karar verdi. Kararını verdikten sonra sanki omzundaki bir yükten kurtulmuş gibi hafifleyip… rahatlamıştı. O gece sabahın olmasını dört gözle bekledi. Gün ışır ışımaz, Sevim Hanımın şaşkın bakışları altında sabah erkenden evden çıktı.
Sevim Hanım, İbrahim Ağabeyin eski günlerdeki gibi sabah yine erkenden evden çıkınca sevincinden deliye döndü… Hemen eşini dostunu telefonla arayarak İbrahim ağabeyin eski günlerine döndüğünün müjdesi verdi.
Karşıyaka çarşısında epey dolaştıktan sonra Çarşı Camisinin altındaki bir nalburdan bir urganı satın alarak eve döndü. İbrahim ağabey, ceketinin altına sakladığı urganı, yatak odasında Sevim Hanımın göremeyeceği bir yere sakladı.
İbrahim ağabeyin çarşıya çıktığına çok sevinen Sevim Hanım, hazırladığı kahveyi önüne koyarken, “İbrahimciğim günlerdir kendini harap ettin, ne yapalım kısmet değilmiş,”dedi.
İbrahim ağabey, Sevim Hanımın teselli edici sözlerini duymamıştı bile. Kahvesini yudumlarken, bir yandan da salonun tavanına bakıyor; urganı bağlayacağı sağlam bir yer arıyordu. En sağlam yerin, avizenin zinciri olduğunu düşündü; “Öküzü bağlasan kaldırır.”dedi.
İbrahim ağabey, önündeki boş kahve fincanını gülücüklerle kaldıran Sevim Hanıma: “Kaç gündür anneni arayıp sormadın. Kadıncağız, hasta mıdır… sağ mıdı? Belki bir ihtiyacı vardır… git de bir bakıver yav!” dedi.
İbrahim ağabeyin, kahvesini içerken sık sık tavana bakışından şüphelenen Sevim Hanım hemen paniğe kapıldı… yatak odasına giderek telefonun başına geçti... alelacele Ali rıza Bodur’la, Aydın Erten’i buldu:
“Çocuklar, çabuk yetişin; İbrahim Ağabeyiniz kendine bir şey yapacak galiba; gözünü tavandan ayırmıyor. ”
Hüseyin Günlü