Yaz yağmuru
Peşine ölüm takılmıştı sanki. Fazla ileriye gidemedi ense köküne yediği müthiş bir tokatla sendeleyip yüzükoyun yere kapaklandı. Arkasından yetişen kalabalık hemen üstüne çullandı… Tekme, sille, tokat ardı ardına iniyordu üstüne:
“Vurun! Ellerini kırın keratanın! Yılanın başı küçükken ezilmeli!”
Kimileri dayanamayıp araya girdi:
“Alt tarafı bir simit! Yapmayın kardeşim... Çocuğu öldüreceksiniz be!”
Yüzü gözü kan revan içinde kalmıştı… Parçalanan gömleğinin yırtık yerlerinden görünen güneş yanığı vücudu, tekme, tokat ve yumruklardan mosmor olmuştu.
Kendisini pataklayan kalabalığın elinden kurtulunca koşarak ara sokakların birine girip gözden kayboldu…
Akşam güneşi batıya yönelmişti… Eflatun ve mor rengi bulutlar gökyüzünde muhteşem bir tablo gibi süzülüyordu… Belediye parkında bir bankın üstünde boş gözlerle sağa sola bakınırken kollarını kaldırıp gerindi… Öğleden önce yediği dayaktan vücudunun her yeri ağrı sızı içindeydi.
Açlığın neden olduğu buruntuyu yok etmek için iki eliyle boş midesini ezdi… Açlığın neden olduğu buruntu bir türlü geçmiyordu. Ayağa kalktı… Parkın yanındaki bulvara girdi. Bulvarın geniş kaldırımında aceleyle bir yerlere gidip gelen kalabalığın arasında bitkin bir halde yürümeye başladı.
Bir apartmanın önünde kaldırıma yanaşan beyaz lüks bir otomobilden kucağında paketlerle inen sarışın bayan gözüne ilişti… paketleri güçlükle taşıyordu… Usulce yanına sokuldu:
“Yardım edeyim mi abla'”
Aniden bir tükürük sağanağı tırmaladı yüzünü... Parfüm kokulu… Şaşırmıştı birden. Elinin tersiyle yüzündeki tükürükleri silerken apartmanın beyaz mermer kaplı antresine giren kadının arkasından baka kaldı…
Çok geçmemişti. Aniden bir yaz yağmuru bastırdı… Ortalık sırsıklam oldu. Islanmamak için kaldırım kenarındaki dükkânlardan birinin saçak altına sığındı.
Yaz yağmuru çok sürmemişti. Birkaç dakika içinde gelip geçti. Ardından apartmanların çinko oluklarından yağmur suları şarıldayarak akmaya başladı…
Oluklardan birine yanaştı… Aç karnına kekremsi yağmur suyundan doyasıya içti.