Dolar 34,5677
%0.07
Euro 36,2673
%0.72
Altın 2.957,680
%-1.59
Bist-100 9.550,00
%0

Pzt

-8°

Sal

-12°

Çar

-3°

'İşçi Abbas'

1979’un kışıydı. Akşamüstü dışarıda gök gürültülü sağanak yağmur devam ederken, Fuar’daki meclis salonunda Belediye Başkanı, İzmir Belediye meclis toplantısının açılış konuşması yapıyordu; “Yüce meclisin seçkin ve mümtaz üyeleri,  kentimize yapılan hizmetlere verdiğiniz destek ve katkılarınız için hepinize teşekkür ediyorum…”

 

Bir tekstil fabrikasında işçilik yapan Meclis Üyesi Abbas ise gece toplantı bitince bu sağanak yağmurda evine nasıl gideceğini düşünüyordu. “Bir pardösüm bile yok” diye hüzünlendi. “Minik serçe” Sezen Aksu’nun, “Bir Kedim Bile Yok” adlı şarkısı aklına geldi. Kendi kendine dellendi:

“Ulan! Abbas, belediye meclis üyeliği senin neyin? Oturduğun evin kirasını zor ödüyorsun. Çoluk çocuğunun üstü başı yarı çıplak… Memleket meseleleri sana mı kaldı'”

Etrafındaki belediye meclis üyesi arkadaşlarına göz gezdirdi. Birçoğu doktor, mühendis, avukat, müteahhit, iş adamı, eski senatör. Üniversite hocasıydı. Hatta aralarında milli futbol takımının teknik direktörlüğünü de yapmış olan bile vardı.

Hepsinin İşi düzeni yerindeydi. Gece yarısı meclis toplantıları sona erince özel otolarına atlayıp; bir eğlenceden ya da bir tiyatrodan çıkıyorlarmış gibi güle oynaya dağılırlarken, kendini orta yerde yapa yalnız hissederdi hep.

Önceki gece meclis toplantısından sonra bu günkü gibi aniden bastıran sağanak yağmur altında koşarak geldiği Montrö’den, belediye otobüsüne, başından aşağıya bir kova su boca edilmiş gibi sırsıklam binmişti. Otobüsteki yolcuların kendisine acıyarak baktığını görünce iç geçirdi:  

“Hey millet! İyi bakın kentinizin seçkin ve mümtaz belediye meclis üyesine! Nasıl görünüyoru? Bir enayiden! Bir budaladan farkım var mı benim'”

Açılış konuşmasını sürdüren belediye başkanının keyfi yerindeydi, “Sayın meclis üyeleri, bu dönemin son toplantısını yapıyoruz. Biraz sonra 1980 yılının faaliyet raporunu görüşüp oylayacağız...”

Başkanın bu son sözleri, biraz sonra mecliste kopacak fırtınanın habercisi gibiydi.

Muhalefet meclis üyeleri günlerdir bu günü bekliyordu. Çoğu söz alıp, başkanı yerden yere vuracaklardı. Başkan da bunu bildiği için hazırlıklıydı. Hepsinin ağzının payını verecekti.

Basın mensupları da ellerinde kâğıt-kalem, parmakları fotoğraf makinelerinin deklanşörlerinde hazır bekliyordu. (bu arada o günlerde gencecik bir gazeteci olan Sayın Hamdi Türkmen’in de kulağı çınlasın.”

Belediye meclis üyesi İşçi Abbas’ın ise aklı evindeydi. Bu sabah kör karanlıkta fabrikadaki işe gitmek için evden çıkarken karısı yine sesini yükseltmişti:

“Evde odun kalmadı... Kömür de bitti; bir kovalık ya var ya yok.”

“Tamam, tamam hallederiz,”

“Dün sabah da ‘Tamam, tamam hallederiz’ demiştin. Hep aynı şeyleri söylüyorsun”

“Hanım gözünü seveyim. Biraz yavaş konuş. Sabahın köründe konu komşuya rezil olacağız.”

Karısı oralı değildi:

“Beden eğitimi hocası kızı yine azarlamış.  Ağlayarak geldi. Bir daha eşofmansız ve spor ayakkabısız gelirsen seni dersten kovarım” demiş.

Belediye başkanı, faaliyet raporu nedeniyle meclisteki gergin havayı yumuşatmak için konuşmasını espriler yaparak boyna uzatıyordu. Meclis salonunda belediye bürokratları, basın mensupları ve izleyiciler başkanın bu esprileriyle kahkahadan kırılırken,

Abbas’ın aklına kapı dip komşusu Makedonya göçmeni Destan Dayı geldi. Askerden yeni gelen üniversite mezunu oğlu için aylardır belediyede iş diye tutturmuştu.

Dün sabah fabrikadaki işine giderken sabah namazından evine dönen Destan dayının karşıdan geldiğini görünce yolunu değiştirerek ona görünmeden sıvışmak istedi. Fakat başaramadı.  Destan dayı ondan daha atik davranarak yine kıskıvrak yakalanmıştı:

“Sayın belediye meclis üyem şu bizim oğlanı belediyeye aldırıver artık. Çocuk kahrından ölecek. Nişanlısıgil de düğün-dernek diye tutturdular; iki de bir ‘Ayrılırız’ diye sıkıştırıyorlar.”

Destan Dayının oğlu için birkaç kez başkanla konuşmuştu. Her defasında, “Hallederiz bakalım” diye geçiştirmişti.

Fakat başkan bazı meclis toplantılarında kendisini eleştiren bazı meclis üyelerinin bir dediğini iki yapmıyordu. Çoğunun eşini dostunu belediyede işe almıştı.

Meclis salonunda görevli memurlardan birini yanına çağıran Abbas, etrafına boyuna gülücükler dağıtarak konuşan başkana bir pusula yazıp gönderdi,

“Sayın başkan, biraz sonra görüşülecek faaliyet raporun muhalefet gurubunun oy vermeyeceğini biliyorsun. Bizim guruptan da bazı arkadaşlarımızın, ‘Başkana ders vereceğiz’ diye oylama sırasında meclisi terk edeceğini biliyorsun. Yanımda oturan Hamza Bey de sana bozuluyor; oğlunu işe  almışsın da, kızını almamışsın. ‘Faaliyet raporunun oylanırken çekip gideceğim.’ Diyor. Sayın Başkan, gördüğüm kadarıyla durumunuz çok kritik. Müsaadenizle ben de çekip gitmeye karar verdim. Bilgilerinize saygıyla arz ederim.”

Etrafına gülücükler dağıtarak konuşurken, Abbas’ın gönderdiği pusulaya göz atan başkanın yüzünde aniden şafak attı. Sesi çatallaştı. Konuşmasını kısa kesti. Hemen gündeme geçerek önündeki faaliyet raporunu, başkanlık divanındaki meclis üyesi yaşlı bayana okuması için uzattı.

Faaliyet raporunu gözlüğünü takarak büyük bir memnuniyetle okumaya başlayan meclis üyesi yaşlı bayan bir süre sonra sık sık öksürmeye başlayınca sesi çatallaştı.

Muhalefet meclis üyelerinden biri kendisine “Süt iç” “Süt iç”  diye laf attı. Yaşlı bayan laf atan muhalefet meclis üyesine gözlüklerinin üzerinden bakarak, “Terbiyesiz.” Diye cevap verince sessiz sedasız devam eden toplantı çığırından çıktı.

Muhalefet meclis üyeleri hepsi birden ayağa kalktı: “Sözünü geri al, sözünü geri al.” Bu kez onların ardından iktidar meclis üyeleri ayaklandı. “Almazsa ne olur'”

Bu arada meclisi güçlükle yatıştıran başkan, meclis üyesi Abbas’a zehir zemberek bir pusula yazıp gönderdi,

“Bana bak Abbas… Otur oturduğun yere… Meclis toplantısından sonra görüşelim.”

Abbas da hemen başkana cevaben bir pusula yazıp gönderdi.

“Sayın başkan, şimdi görüşelim; sonra geç olur.”

Abbas’ın ikinci pusulasını okuyan başkanın yüzü pancar gibi kıpkırmızı oldu. Dişlerinin birbirine girdiği uzaktan belli oluyordu. Abbas’a yeniden bir pusula yazıp gönderdi. Pusula kısa ve özdü: “Çabuk ne söyleyeceksen söyle.”

Abbas, başkana tekrar bir pusula gönderdi:

“Sayın başkan, şu bizim Makedonya göçmeni Destan Dayının üniversite mezunu oğlunun işini görüşelim diyecektim. Pusulanın ekinde çocuğun dilekçesini gönderiyorum. Acilen olurlarınıza arz ederim.”