Son mektup
Gece yarısı sokaklar ıpıssızdı kar çiselerken
uyuklayan beyaz gecenin içinden çıkıp geldi
basık odanın kapı eşiğinden ayaz üfürüyordu
kaminetonun sarı alevine tuttu üşüyen ellerini
çilekeş yorgun kıvrımlı mavi damarlara baktı
kıraç topraklara can suyu veren pınar gibiydi
on’suz yapa yalnız kasabaya dönmeden önce
kış kuşların ötüştüğü servilerin ayak ucundaki
mezarının üstüne kırmızı karanfiller koydu
başak sarısıydı örgülü saçları kardeşi diyar’ın
henüz gencecikti on altısında genç kızlığının
umutla doluydu yüreği büyük kente gelirken
çivit boyalı basık odanın suskun duvarlarında
diyar’ın hıçkırıkları isyan ediyordu kaderine
şafaklara hasret kalan gecelerin çığlıkları gibi
büyük kentler acımasız sinsi kalleş ormandı
taştan tanrı heykelleri gibi ruhsuzdu yürekleri
o ay ışığında pınardan su içen ürkek ceylandı
Diyar’ınki gibi yemyeşildi gözleri çiçek kızın
mutsuzluğunun çığlığı duyuluyordu yüreğinde
yine de gülümsedi sıcacık karanfilleri verirken
bakışları küskündü yoksulluğun ürküntüsü gibi
dert etmiyordu ezilmişliğini unutulmuşluğunu
düş bahçesinin kuytularına saklamıştı umutlarını
tahliye olurken gardiyan getirdiği son mektubu
cebinden çıkardı yerdeki şilteye koydu yavaşça
annesini de yitirdiğinin haberini vardı içinde
yordundu, mumun oynaşlı sarı alevini söndürdü
kalın paltosunun içinde kıvrılarak uykuya daldı
karların tozuduğu yollarda rüzgar uğulduyordu.
uyuklayan beyaz gecenin içinden çıkıp geldi
basık odanın kapı eşiğinden ayaz üfürüyordu
kaminetonun sarı alevine tuttu üşüyen ellerini
çilekeş yorgun kıvrımlı mavi damarlara baktı
kıraç topraklara can suyu veren pınar gibiydi
on’suz yapa yalnız kasabaya dönmeden önce
kış kuşların ötüştüğü servilerin ayak ucundaki
mezarının üstüne kırmızı karanfiller koydu
başak sarısıydı örgülü saçları kardeşi diyar’ın
henüz gencecikti on altısında genç kızlığının
umutla doluydu yüreği büyük kente gelirken
çivit boyalı basık odanın suskun duvarlarında
diyar’ın hıçkırıkları isyan ediyordu kaderine
şafaklara hasret kalan gecelerin çığlıkları gibi
büyük kentler acımasız sinsi kalleş ormandı
taştan tanrı heykelleri gibi ruhsuzdu yürekleri
o ay ışığında pınardan su içen ürkek ceylandı
Diyar’ınki gibi yemyeşildi gözleri çiçek kızın
mutsuzluğunun çığlığı duyuluyordu yüreğinde
yine de gülümsedi sıcacık karanfilleri verirken
bakışları küskündü yoksulluğun ürküntüsü gibi
dert etmiyordu ezilmişliğini unutulmuşluğunu
düş bahçesinin kuytularına saklamıştı umutlarını
tahliye olurken gardiyan getirdiği son mektubu
cebinden çıkardı yerdeki şilteye koydu yavaşça
annesini de yitirdiğinin haberini vardı içinde
yordundu, mumun oynaşlı sarı alevini söndürdü
kalın paltosunun içinde kıvrılarak uykuya daldı
karların tozuduğu yollarda rüzgar uğulduyordu.