Mebus olacak çocuk
İskelenin karşısındaki, “Hergele Meydanı”nda öğle sonları bir araya geldiği liseli arkadaşlarının, sosyal konulara olan ilgisi ve güzel konuşması nedeniyle “Mebus olacak çocuk.” dediği, Bombiş Ahmet, Karşıyaka lisesinin son sınıfındayken bir sonbahar akşamı, Simerenya açık hava sinemasında tanıştığı güzeller güzeli İsfahan’a aşık olmuştu. İsfahan da onu sevmişti. Bir süre sonra alelacele evlenmeye karar verdiler.
Karşıyaka çarşısındaki Sakıp Ağa Mandırasında çalışan İsfahan’ın babası, her akşam hergele meydanında arkadaşlarıyla şakalaşırken gördüğü Bombiş Ahmet’e kızını vermedi. Üstelik İnat olsun diye onu, akrabaları bir trenciyle evlendirdi. Trenci İsfahan’ı alıp memleketine götürdü. Gidiş o gidiş. Bir daha hiç geri gelmediler.
Üniversiteyi bitirdikten sonra siyasete atılarak milletvekili olmayı kafasına koyan Bombiş Ahmet, İsfahan’ı unutamayınca kahrından üniversiteye gitmekten de vazgeçti. İsfahan’ın hasretinden işi avareliğe döktü.
Karşıyaka’daki Kilise Sokağının köşesindeki, “Beso Meyhanesi’nin buğulu camlarından içeriye baktı. Masalar yarı yarıya boştu. Gecenin ayazında buz kesen ellerini hohlayarak içeriye giren Bombiş Ahmet, doğruca tezgah başında biriyle sohbet eden meyhaneci Niyazi Babanın yanına sokuldu. Onun, “Nah zıkkımlan!,”der gibi önüne koyduğu yarım kadeh susuz rakıyı bir solukta içerek tekrar dışarıya çıkıp gözden kayboldu.
Gece yarısı yarı karanlık Arnavut kaldırımlı sokaklarda kimseler yoktu. Evinin önünden geçtiği Kokoreççi Laz Remzi’nin penceredeki perdeye gölgesi vuruyordu. Dün akşam kokoreçlerini satıp bitirdikten sonra kahvede okey oynarken yakalayan karısı Şükran Teyzenin onu tokatlaya, tokatlaya, eve götürüşü aklına gelince gülmekten kendini alıkoyamadı.
Yolunun üstünde, “Süslü Necla’nın” evi vardı. Gizlice fuhuş yapılan iki katlı evin kalın perdeleri arasından donuk ışıklar sızıyordu. “Ne meret! Kadındı, o ihtiyar zilli!” Onun gençliğini hatırladı. Az mı canlar yakmıştı… Mahalledeki kahvehanelerin önünden geçerken, kıvırta, kıvırta, iki yanına salladığı dolgun kalçalarıyla, saçı başı ağarmış ihtiyarından, tüyü yeni bitmiş delikanlısına kadar herkesin yüreğini, hop indirir, hop kaldırırdı.
Şimdi ise, ensesi kalın, şiş göbekli, yapışsak ağızlı, evindekinden kaçamak yapan, malının mülkünün hesabını bilmeyen, uçkuru gevşek para babalarına “Mal!” temin ediyordu kendi evinde.
O kalın perdelerin arkasındaki loş odalarda, içkiden yavanlaşmış ağızlarıyla, kimi açlıktan, kimi yoksulluktan, kimi kandırılmış, kimi feleğin sillesini yemiş zavallılara eziyet edenlere, küfürlerin en sultalısını ederek geçip gitti oradan.
Karanlık bir köşeye yaklaşırken aniden fırlayıveren bir köpeğin havlamasıyla olduğu yerde irkilip durdu. İri bir köpekti. Havlaya, havlaya, sağında solunda fırıldak gibi dönüyor, hücum edip, geri çekiliyor, sonra tekrar hücum ediyordu. Isırdı, ısıracaktı meret! Bombiş Ahmet, baktı olacak gibi değil çaresizlikten parmaklarını şaklatıp, birkaç kez “Kuçukuçu,” diyerek seslendi. Bir iki hırladıktan sustu. Kuyruğunu sallayarak gelip ayaklarının dibine sokuldu. Eğilip tüylerini okşayınca, uysal uysal, mızıkladı. Doğrulup tekrar yürümeye başlayınca baktı, o da arkasından geliyordu ses çıkarmadı.
Gecenin ikisi olmuştu. Bomboş sokaklarda o önde, köpek arkasında, iki başı boş mahluk gibi yürüyorlardı. Bu kez, bir evin aniden bağırış çığırış içinde açılan iki kanatlı koca kapısından yola, önce bir oğlan çocuğu, arkasından don gömlek, elinde büyük bir odun parçasıyla, posbıyıklı, orta yaşlı bir adam fırladı. Bu, önünden fırıldak gibi kaçan oğlan çocuğunu küfür ederek kovalayan Gece Bekçisi Boşnak Hasan’dı. Kovaladığı çocuk da ortaokul son sınıfta okuyan ortanca oğlu Selimdi. Kim bilir yine ne meretlik yapmıştı.
Nasıl olduysa, elindeki odunla oğlanın arkasından deli danalar gibi koşturan Boşnak Hasan’la, Bombiş Ahmet, karanlık yolda küt! diye birbirlerine tosladılar. Boşnak Hasan bir tarafa Bombiş Ahmet bir tarafa yere sere serpe yuvarlandılar. Bombiş Ahmet’in arkasına takılan köpek de onların yere yuvarlandığı görünce, korkudan havlayarak gerisin geriye kaçmıştı korkusundan.
Bombiş Ahmet, yuvarlandığı yerden oflaya puflaya dizlerinin üstünde doğrulmaya çalışırken, boğa gibi güçlü biri olan Boşnak Hasan, ondan önce ayağa fırlayarak, yakasına yapıştı. Elindeki odunu küfrederek tam kafasına indirmek üzereyken Bombiş Ahmet feryadı bastı:
“Dur, Hasan Emmi... yapma benim.”
Boşnak Hasan’ın eli havada kaldı. Eğilip yüzüne baktı. Bombiş Ahmet’i tanımıştı. Yakasını bıraktı. Tekrar küfrederek kıçına bir tekme vurup kovaladı..
Boşnak Hasan’ın elinden kurtulunca soluğu ara sokakların birinde alan Bombiş Ahmet, kendi kendine Boşnak Hasan’ın oğlu Selim’e küfür etti:
“Ulan! İt Selim, senin yüzünden gecenin köründe kafamız gözümüz yarılacaktı az kalsın.”
Bu gece, nedense başı belâdan bir türlü kurtulmuyordu Bombiş Ahmet’in. Evine birkaç sokak kalmıştı. Bu kez bir kavganın içinde buldu kendini. Bir gece kulübünün önündeki yolda, iki kişi gırtlak gırtlağa birbirine girmişti. Kavga edenler herhalde aralarında bir kadını paylaşamayan iki pezevenkti. Ayı gibi cüsseli olanı, alttakinin sırtını yere yapıştırmış, kürek gibi iri elleriyle boyuna boğazını sıkıyordu. Alttaki, gitti gidiyordu. Can havliyle debelenmeye başladı.
Bombiş, Ahmet dayanamadı. Yaşlı kargalarınkine benzeyen cırtlak sesiyle önce bir nara attı. Ardından kavga edenlerin üstüne çullandı… Ve bağırış çığırış içinde açılan pencereler, kapılar, bekçi, polis, düdük sesleri…Ortalık, allak bullak oldu. Sonunda hepsi birden soluğu karakolda aldı.
Komşusu Bombiş Ahmet’in yüzünü, gözünü kan revan içinde gören babacan tavırlı Komiser Sami Bey, gülmemek için kendini zor tuttu:
“Ulan! Bırak gebertsinler birbirlerini. Kavgayı ayırmak sana mı kaldı'”
Bombiş Ahmet, Komiser Sami Bey’e cevap vermedi. Göz ucuyla karakolun penceresinden dışarıya baktı. Arkasından takılıp gelen köpek karakolun önünde kıçının üstüne oturmuş ona bakıyordu.
Karşıyaka çarşısındaki Sakıp Ağa Mandırasında çalışan İsfahan’ın babası, her akşam hergele meydanında arkadaşlarıyla şakalaşırken gördüğü Bombiş Ahmet’e kızını vermedi. Üstelik İnat olsun diye onu, akrabaları bir trenciyle evlendirdi. Trenci İsfahan’ı alıp memleketine götürdü. Gidiş o gidiş. Bir daha hiç geri gelmediler.
Üniversiteyi bitirdikten sonra siyasete atılarak milletvekili olmayı kafasına koyan Bombiş Ahmet, İsfahan’ı unutamayınca kahrından üniversiteye gitmekten de vazgeçti. İsfahan’ın hasretinden işi avareliğe döktü.
Karşıyaka’daki Kilise Sokağının köşesindeki, “Beso Meyhanesi’nin buğulu camlarından içeriye baktı. Masalar yarı yarıya boştu. Gecenin ayazında buz kesen ellerini hohlayarak içeriye giren Bombiş Ahmet, doğruca tezgah başında biriyle sohbet eden meyhaneci Niyazi Babanın yanına sokuldu. Onun, “Nah zıkkımlan!,”der gibi önüne koyduğu yarım kadeh susuz rakıyı bir solukta içerek tekrar dışarıya çıkıp gözden kayboldu.
Gece yarısı yarı karanlık Arnavut kaldırımlı sokaklarda kimseler yoktu. Evinin önünden geçtiği Kokoreççi Laz Remzi’nin penceredeki perdeye gölgesi vuruyordu. Dün akşam kokoreçlerini satıp bitirdikten sonra kahvede okey oynarken yakalayan karısı Şükran Teyzenin onu tokatlaya, tokatlaya, eve götürüşü aklına gelince gülmekten kendini alıkoyamadı.
Yolunun üstünde, “Süslü Necla’nın” evi vardı. Gizlice fuhuş yapılan iki katlı evin kalın perdeleri arasından donuk ışıklar sızıyordu. “Ne meret! Kadındı, o ihtiyar zilli!” Onun gençliğini hatırladı. Az mı canlar yakmıştı… Mahalledeki kahvehanelerin önünden geçerken, kıvırta, kıvırta, iki yanına salladığı dolgun kalçalarıyla, saçı başı ağarmış ihtiyarından, tüyü yeni bitmiş delikanlısına kadar herkesin yüreğini, hop indirir, hop kaldırırdı.
Şimdi ise, ensesi kalın, şiş göbekli, yapışsak ağızlı, evindekinden kaçamak yapan, malının mülkünün hesabını bilmeyen, uçkuru gevşek para babalarına “Mal!” temin ediyordu kendi evinde.
O kalın perdelerin arkasındaki loş odalarda, içkiden yavanlaşmış ağızlarıyla, kimi açlıktan, kimi yoksulluktan, kimi kandırılmış, kimi feleğin sillesini yemiş zavallılara eziyet edenlere, küfürlerin en sultalısını ederek geçip gitti oradan.
Karanlık bir köşeye yaklaşırken aniden fırlayıveren bir köpeğin havlamasıyla olduğu yerde irkilip durdu. İri bir köpekti. Havlaya, havlaya, sağında solunda fırıldak gibi dönüyor, hücum edip, geri çekiliyor, sonra tekrar hücum ediyordu. Isırdı, ısıracaktı meret! Bombiş Ahmet, baktı olacak gibi değil çaresizlikten parmaklarını şaklatıp, birkaç kez “Kuçukuçu,” diyerek seslendi. Bir iki hırladıktan sustu. Kuyruğunu sallayarak gelip ayaklarının dibine sokuldu. Eğilip tüylerini okşayınca, uysal uysal, mızıkladı. Doğrulup tekrar yürümeye başlayınca baktı, o da arkasından geliyordu ses çıkarmadı.
Gecenin ikisi olmuştu. Bomboş sokaklarda o önde, köpek arkasında, iki başı boş mahluk gibi yürüyorlardı. Bu kez, bir evin aniden bağırış çığırış içinde açılan iki kanatlı koca kapısından yola, önce bir oğlan çocuğu, arkasından don gömlek, elinde büyük bir odun parçasıyla, posbıyıklı, orta yaşlı bir adam fırladı. Bu, önünden fırıldak gibi kaçan oğlan çocuğunu küfür ederek kovalayan Gece Bekçisi Boşnak Hasan’dı. Kovaladığı çocuk da ortaokul son sınıfta okuyan ortanca oğlu Selimdi. Kim bilir yine ne meretlik yapmıştı.
Nasıl olduysa, elindeki odunla oğlanın arkasından deli danalar gibi koşturan Boşnak Hasan’la, Bombiş Ahmet, karanlık yolda küt! diye birbirlerine tosladılar. Boşnak Hasan bir tarafa Bombiş Ahmet bir tarafa yere sere serpe yuvarlandılar. Bombiş Ahmet’in arkasına takılan köpek de onların yere yuvarlandığı görünce, korkudan havlayarak gerisin geriye kaçmıştı korkusundan.
Bombiş Ahmet, yuvarlandığı yerden oflaya puflaya dizlerinin üstünde doğrulmaya çalışırken, boğa gibi güçlü biri olan Boşnak Hasan, ondan önce ayağa fırlayarak, yakasına yapıştı. Elindeki odunu küfrederek tam kafasına indirmek üzereyken Bombiş Ahmet feryadı bastı:
“Dur, Hasan Emmi... yapma benim.”
Boşnak Hasan’ın eli havada kaldı. Eğilip yüzüne baktı. Bombiş Ahmet’i tanımıştı. Yakasını bıraktı. Tekrar küfrederek kıçına bir tekme vurup kovaladı..
Boşnak Hasan’ın elinden kurtulunca soluğu ara sokakların birinde alan Bombiş Ahmet, kendi kendine Boşnak Hasan’ın oğlu Selim’e küfür etti:
“Ulan! İt Selim, senin yüzünden gecenin köründe kafamız gözümüz yarılacaktı az kalsın.”
Bu gece, nedense başı belâdan bir türlü kurtulmuyordu Bombiş Ahmet’in. Evine birkaç sokak kalmıştı. Bu kez bir kavganın içinde buldu kendini. Bir gece kulübünün önündeki yolda, iki kişi gırtlak gırtlağa birbirine girmişti. Kavga edenler herhalde aralarında bir kadını paylaşamayan iki pezevenkti. Ayı gibi cüsseli olanı, alttakinin sırtını yere yapıştırmış, kürek gibi iri elleriyle boyuna boğazını sıkıyordu. Alttaki, gitti gidiyordu. Can havliyle debelenmeye başladı.
Bombiş, Ahmet dayanamadı. Yaşlı kargalarınkine benzeyen cırtlak sesiyle önce bir nara attı. Ardından kavga edenlerin üstüne çullandı… Ve bağırış çığırış içinde açılan pencereler, kapılar, bekçi, polis, düdük sesleri…Ortalık, allak bullak oldu. Sonunda hepsi birden soluğu karakolda aldı.
Komşusu Bombiş Ahmet’in yüzünü, gözünü kan revan içinde gören babacan tavırlı Komiser Sami Bey, gülmemek için kendini zor tuttu:
“Ulan! Bırak gebertsinler birbirlerini. Kavgayı ayırmak sana mı kaldı'”
Bombiş Ahmet, Komiser Sami Bey’e cevap vermedi. Göz ucuyla karakolun penceresinden dışarıya baktı. Arkasından takılıp gelen köpek karakolun önünde kıçının üstüne oturmuş ona bakıyordu.