Umut çiçekleri
1970 Mayıs’ında Karşıyaka’nın Arabacılar sokağındaki CHP İlçe Binasına saçları beyazlaşmaya yüz tutmuş, orta yaşlı, iyi giyimli, her haliyle bir beyefendi olduğu anlaşılan biri çıkıp gelmişti. Ağzındaki piposuyla entelektüel bir yapısı vardı. Kültürlüydü. Güzel konuşuyordu. Beş senedir Berlin’de bir çelik fabrikasında mühendislik yapıyormuş. Almanya’dan söz ederken, buraya büyük umutlarla çalışmak için akın eden Türk işçileri için iddialı sözler söylemişti, “Almanya düşler ülkesi değildir. Bir gün büyük umutlarla geldiğimiz bu ülkede umut çiçeklerimiz birer birer solacaktır”
Yaklaşık bir yıl sonraydı. Karlı bir Şubat günü, güzelliklerin, tertemiz duyguların hiçe sayıldığı, vahşice katledildiği, St. Pauli’nin ünlü Hafenstrasse’de (liman caddesinde) bir birahanede, İkinci Dünya Savaşı yıllarında nasyonal sosyalizm yönetiminin yasakladığı “Reeperbanh Caddesi Gece saat Yarım” adlı müziği çalıyordu. İnsanın yüreğini ürperten müziğin teması; yanımda oturan, Hamburg’da bir Türk-Danış bürosunda çalışan emekli öğretmen bir dostumun anlattığına göre, Reeperbanh Caddesindeki, barlarda, gece kulüplerinde, genel evlerde çalıştırılan fahişelerin acı dolu dramlarıydı.
Sinema salonu gibi geniş birahanenin loş ışıklı köşelerindeki masalarda, avını bekleyen baykuşlar gibi pusuya yatmış uyuşturucu satıcısı, neredeyse birbiriyle hiç konuşmayan suskun saçı başı dağınık hippi kılıklı, genç kızlar ve erkekler sanki bu dünyanın insanı değil de uzaydan gelmiş yaratılara benziyordu.
Karşımızdaki masada içkiyi fazla kaçırdığı anlaşılan çocuk denecek yaştaki genç ve güzel bayanın yanında, ilerlemiş yaşı belli olmasın diye saçlarını, kalın pos bıyıklarını kömür gibi simsiyaha boyatmış, beyaz fötr şapkalı, İri yapılı, kaba görünüşlü bir adam vardı. Adam, birasını her yudumlayışından sonra belinden tutup kendine doğru çektiği genç kadını, karşı koymasına rağmen dudaklarından zorla öpüyordu. Genç kadın direndikçe daha çok saldırganlaşan adam; ara sıra kürek gibi büyük kapkara kıllı ellerini masanın altına sokup genç kadının bacaklarını okşuyor; ince askılı, kolsuz siyah elbisesinin açıkta bıraktığı omuzlarını, boynunu hoyratça öpüyordu.
Gecenin ilerleyen bir saatinde, yarılı bir ceylan yavrusu gibi ayakta duramayacak kadar sarhoş genç kadını, yürürken düşmesin diye kolundan sıkıca tutan adam, ihanetlerin sessiz çığlıklarıyla dolu bir evin belki de bir otelin rutubetli, küf kokan yatak odasına alıp götürmüştü.
Umut çiçeklerinin her gün birer birer, solduğu bu düşler ülkesinde… Gecenin sinsi, acımasız, kalleş karanlığından geriye, genç güzel kadının biçimli dudaklarındaki gül kırmızısı rujun masumiyeti kalmıştı.