'Evde kaldık. kitapları, anıları hatırladık'
Kışın habercisi sonbahar fırtınalarının başladığı günlerdi. Politikayla uğraştığımı bildiği için bir gün bana, “Para ve koltuk uğruna her şeyin yapıldığı bir dünyada, halka hizmet için idealizm yetmiyor artık.” Diyen şair bir dostumu Konak’taki iş yerinde ziyaret ettikten sonra Karşıyaka’ya dönüyordum.
Çocukluğumdan beri belki yüzlerce kez yolculuk yaptığım Alaybey vapuru, Konak İskelesinden körfeze açılır açılmaz şiddetli fırtınanın etkisiyle azgın dalgalarla boğuşmaya başlamıştı. Üst kattaki salonda yolcular, söz birliği etmiş gibi suskundu. Herkes vapurun bordosuna vuran şiddetli dalgaların sesine ve vapuru inatla takip eden martıların çığlıklarına kulak kesilmişti.
Karşımdaki kanepede siyah fötrlü orta yaşlı, saçları ve bıyığı beyazlaşmaya yüz tutmuş; kılık kıyafeti düzgün, elindeki gazeteyi etrafa nefis bir koku saçan piposunu keyifli keyifli içerek okuyan entelektüel görünümlü bir beyefendi vardı. Yanındaki Bond çantasından ya bir avukat, ya da bir iş adamı olduğu anlaşılıyordu.
Görünüşüne göre hiçbir derdi sıkıntısı gelecek gaygısı olmayan, anı yaşayan hayatından oldukça memnun birine benziyordu. Ona baktıkça hali vakti yerinde gailesiz bir yaşam sürdürmenin çok güzel bir duygu olduğunu düşünüyordum.
Birkaç yıl sonra dalış turizmi için İzmir körfezinin derin sularına batırılan emektar Alaybey vapuru, Karşıyaka İskelesine yanaşırken sağanak yağmur başlamıştı. Vapurdan inince ıslanmamak için kendimi koşar adımlarla iskelenin karşısındaki, şimdi yerinde yeller esen eski Atlas Sinemasının girişindeki santral kahvesine atmıştım.
Santral kahvesinin şen şakrak garsonu Mişmuş Ali’nin getirdiği sıcacık nefis çayı keyifle yudumlarken, bir yandan da iskele meydanında sağanak yağmur altında ellerinde şemsiyeleriyle sağa sola kaçışan kalabalığın arasında, onca yıllık politik uğraştan sonra onlardan biri gibi kalmayı başarabilmiş kendimi arıyordum.